Güncel Bilgilerin Bulunduğu Mini Blog

Bloggerlar İçin Zaman Yönetimi

Google profilimi dikkatli incelediyseniz “Hayatta övündüğünüz şeyler” sorusuna verdiğim cevabı fark etmişsinizdir. Oraya da yazdığım gi...

Derin muhafazakâr toplum mühendisliği

Cinler periler şunlar bunlar vardır, ayrıca hepsi kadındır, hoppa, hilekâr ve yalancıdırlar. Gazetede okudum, size de aktaracağım. Her türlü...
Blogger Dostu Tablet

Blogger Dostu Tablet

Bir blogger olarak en çok ihtiyacım olan donanım veya cihazları sorsalar ilk sıraya tabletimi koyarım. Bloggerların zihni sürekli açıktır ve eçevresinde olup bitenlerden ilham alarak içerik üretirler. Yazı fikrinin nasıl, nerede, ne zaman geleceği belli olmadığı için yanımızda ya bir not defteri ya da daha teknolojik bir çözüm olan tablet bulundurmalıyız.

 
Önceleri ben de not defteri ve kalem kağıtla idare etmeye çalışırken bunun pek de verimli olmadığına artık tablet almam gerektiğine karar vererek piyasada ihtiyaçlarımı karşılayacak table arayışlarına başladım.

 
Öncelikle kullanımı kolay bir tablet arıyordum. Malum bloggerlar bol bol klavye kullanırlar. Alacağım tabletle blog yazılarımı kolayca yazabilmeliydim. Ayrıca seyahatlerimde kolayca taşıyabileceğim ve elektriğe ihtiyaç duymadan uzun süre kullnabileceğim bir tablet olmalıydı. Şık bir görünüşü olsa da hiç fena olmazdı hani :)

 

acer w511

 
Bu özelliklerde bir tablet ararken http://www.turkcell.com.tr/cihazlar/tabletler linkinde, Acer W511 ile karşılaştım. Ayrılabilir klavyesi, 18 saate kadar dayanabilen şarjı ve minimal tasarımı ile ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Ancak tablet almak tek başına yetmezdi. Bir de internet paketim olmalıydı ki ihtiyaç duyduğumda blguma veya çevrimiçi servislerime erişebiliyim.  Tam da bu noktada Turkcell'in avantajlı teklifleriyle karşılaştım. Acer W511 ve  internet paketine bir arada avantajlı bir fiyata Turkcell güvencesiyle sahip oldum. Artık dilediğim yerde bloguma erişebiliyor ve yazılarımı yazabiliyorum. Siz de Acer W511 gibi kullanışlı bir tablete turkcell avantajlarıyla sahip olmak isterseniz burayı ziyaret edebilirsiniz.

"Divittâr" ve "divit" Osmanlı icadıdır

TARİHTEN YAPRAKLAR

Osmanlı padişahları, tebalarının aklından gönlünden geçeni bilmek isterlerdi. Orhan Bey'in vasiyeti üzerine I. Murad, meydanlara direkler diktirip, üstüne bez gerili ahşap levhalar çaktırmıştı. Bilahare yayımlanan fermanla, ahali her ne derdi, diyeceği varsa, gelip bu levhalara yazmaya çağırıldı. Bunlar ayda bir toplanıp Saray'a takdim edilecekti. Günümüzde pek tabiî bir davranış sayılan, herkesin her kafasına eseni yazıp ortalık yerde ilan etmesi âdeti, Osmanlı'nın erken döneminde geliştirilmiştir. Benliğimizden koptuğumuz için bu gibi hususlar bize inanılmaz görünmektedir. Oysa iş nerelere vardı...

Padişah levhaları diktirdikten sonra bir müddet, eğlence peşindeki veletler ve bir kısım meczup dışında kimsenin direklere yaklaşmadığı görülür. Ahaliyi teşvik için devlet erkânı bizzat çeşitli meydanları dolaşıp levhalara mesajlar yazar. Kızlarağası Siyami Paşa'nın, iki cariye ile sandaldayken geçirdiği müessif kaza sonucu ruhunu teslim etmeden iki hafta evvel, Lâlfener Meydanı levhasına kendi eliyle, "Hayat güzel dostum" yazdığı bilinir (paşanın yazısı da güzeldi). Battal Gazi'nin ortanca oğlu Berkecân Reis'in, seferden döndükten sonra, Aksadak Meydanı'ndan at üstünde geçerken eğilip levhaya yazdığı, "İki sağ, bir sol, üç kelle, beş kol!" sözü halk arasında bir deyim olarak yayılmıştır. (Yani "zor ama kıra döke geçinip gidiyoruz" manasında.)

Fakat teşvikler yeterli olmamış, halk levhalardan uzak durmuştur. Padişah nabız yoklamaları yaptırmış, çıkan sonuç, hükümdarı düşüncelere boğmuştu. (Düşüncelerle olan münasebetimiz o vakit de umumiyetle boğulmak şeklindeydi.) Zira ahaliye, "Niye levhalara yazmıyorsunuz?" diye sorulduğunda, halkın yüzde 98.8'i, "Neme lâzım" şıkkını işaretlemişti.

Osmanlı, elindeki ahaliyi Bizans'tan devralmıştı. Bizanslılar, bu insanları mahsus cahil bırakmışlar, okuma-yazma öğrenmeye kalkanın ayak bileklerini kesmişlerdi. Çünkü sadece gaddar değil aynı zamanda aptaldılar.

Ahaliye okuma-yazma öğretmek âdetimiz olmadığına göre mesele nasıl çözülecekti? Gözüne uyku girmeyen padişah bir sabaha karşı yatağından fırladı, derhal Saray'daki herkesin kaldırılmasını, sadrazam ile nazırların evlerinden getirilmesini buyurdu. Hepsi karılarıyla çocuklarıyla helalleşip, "dönüşümüz de olur inşallah" diye dualar ederek hakanın huzuruna geldiler. Titremelerinden döşeme sarsılıyor, sinir bozucu, tedirgin edici bir gıcırtı ve tıkırtı Saray pencerelerinden dışarı yayılıyor, mezarlıklardaki hayaletler ağaçların arkasına siniyor, vampirler korku içerisinde tabutlarına kapanıyorlardı. (Bunlar ancak Osmanlı ortadan kalktıktan yüz sene sonra tekrar ortaya çıkmaya cesaret edecek ve televizyonlarda iş bulabileceklerdi. Pek çoğu da artık insanlarla iyi geçinecek, fareyle böcekle beslenecekti.) Padişah bu; vampirden korkar mı? "Ağalar," dedi. "Çözdüm işi."

Birkaç paşa, gayrıihtiyari, "Estağfurullah," dediler. Padişah yüzünü buruşturdu, sıkıldığı belliydi. "Hürmet itaat güzel de," dedi, "yalakalığın da bir haddi hududu var! Çözdüm, diyorum, hangi akla hizmet estağfurullah diyorsunuz?" Bunun üzerine birkaç paşa yine "estağfurullah" demez mi! Padişahın öfkesi şehrin ıssız sokaklarında amansız bir rüzgâr gibi dolaştı, pencereden tekrar içeri girmek suretiyle paşaları salonun bir köşesine savurdu. Saray'da esen havanın bu şekilde pencerelerden çıkıp girerek ahalinin yaşadığı şehirle mütemadî bir münasebet içerisinde oluşu, şüphesiz, Osmanlı idaresinin halka yakın karakteriyle alâkalıydı. Böyle bir cereyan farzımisâl Fransa'da olsa o rüzgâr çıktığı gibi dışarıda kalıverirdi.

Padişah ya sabır çekip boğazını temizledi. Yakın mahallelerde çocuklar uyandı ve başlarında hakanları, güven içerisinde yaşadıkları için Allah'a şükrettiler. Padişah, "Tamam, bu halk yazamıyor, anladık," dedi. "Peki söyleyemiyor mu?" Paşalar birbirlerine baktılar. Sadrazam bir adım öne çıktı. "Hünkârım," dedi, "bizim ahalimiz söylemez, söylenir." Paşalar korku içerisinde, göz ucuyla hakana baktılar. Öyle gözünü dikip mal gibi bakamazdın padişaha. Hükümdar sâkin görünüyordu. "Ya?" dedi. "Peki, yüksek sesle mi söylenirler?" Sadrazam azıcık cesaret bulmuştu: "Maalesef hayır, hünkârım," dedi. "Üstelik yanlarından kolcu veyahut memur geçerse de söylenmiyormuş gibi yaparlar."

Padişah pencereye yürürken işaretini yaptı, kâtipler divitlerine sarıldılar. (Bugün lokantada hesap isterken yapılan hareketi eskiden hükümdar ferman yazdıracağını bildirmek için yapardı; öyle her önüne gelen de yapamazdı. Başka devirler...) "Yarından itibaren," dedi padişah, "ahali bilsin ki, şikayet söylemek serbesttir. Şikayet etti diye kimse herhangi bir ceza görmeyecektir. Fakat bu bir tek şart ile geçerlidir: Gelecekler, şikayetlerini mi, arzularını mı, neşe veyahut teessürlerini mi, sabah kalkıp ne çorbası içtiklerini mi, öğle namazını nerede kıldıklarını mı, üzüm Söğüt pazarında mı ucuz, faideli veyahut faidesiz, lüzumlu veyahut lüzumsuz her türlü maruzatlarını levha başındaki vazifeliye yazdırtacaklar. Herkes herkesin yazdığını görecek. İsterse gelip kedisinin resmini çizdirsin! Yarın her levhanın başına bir kâtip tayin edilecek. Anlaşıldı mı?"

Maalesef anlaşılmamıştı. Paşalar arasında mırıldanmalar, homurtular duyuldu: "Kimbilir ne abuk subuk şeyler yazdıracaklar", "Bir de onları okuması var sonra", "Canım, her kâtip nasıl kedi resmi çizsin..." Hünkâr gürledi: "Bir de ahaliye kusur buluyorsunuz. Sizin farkınız mı var? (Onları taklit ederek:) Mır mır mır mır!.." Paşalara arkasını döndü. Sesi sâkin fakat korkutucuydu: "Şimdi buradan çıkıp meydanlara dağılıyorsunuz ve levhalara yazıyorsunuz. Yarın bakacağım, kim yazmamışsa en büyük levhaya onun iç çamaşırıyla aval aval bakarken suretini resmettireceğim."

Paşalar donup kaldılar. Uzun iç donları giyen daha yaşlı paşalar biraz daha müsterihti. Padişah müstehzi idi: "Haydi, estağfurullah estağfurullah diye kıvransanıza şimdi! Çıkın! Sabah namazına kadar vaktiniz var. Hele bir yazmayın!"

Hükümdar, insanlar arasındaki münasebetleri köklü şekilde değiştirecek bir icada imza atmaktaydı. Önündeki tek engeli de dahice bir çözümle ortadan kaldırmıştı: Madem halk kendi yazamıyor, levhaların başına vazifeliler konacak, onlar ahalinin dediklerini levhaya geçireceklerdi. Kolcu zoruyla levha başına getirilip mesaj yazması istenen elli kadar esnafın başına bir iş gelmediği görülünce, önce sevdalı delikanlılar, sonra çok gezenler, daha sonra alacağı, borcu, miras meselesi, namus meselesi olanlar levhalara meramlarını üstü kapalı ifadelerle yazdırmaya başladılar. Giderek, bu üstü kapalı ifade şekilleri, herkesin anladığı, kendine mahsus bir lisana dönüştü, üstü kapalı bir şey de kalmadı. Pek kısa bir müddet içerisinde levhaya meram yazdırmak ahalinin sanki ezelden beri mevcut bir alışkanlığı haline geldi. "Kahveye çıktım, kimse yok", "Pazardan döndüm, kollarım koptu" gibi gündelik haberler bile yazdırılıyordu levhalara.

Başlarına üşüşen kalabalığın maruzatlarını levhaya aktarmaya yetişemeyen, ellerinden divit düşmeyen levha kâtiplerini halk "divittâr" olarak adlandırmaya başlamıştı. Bu, levhaların bulunduğu meydanlarda tebdil kıyafetle gezen padişah fark etti ki, Bizanslılar tarafından kasten cahil bırakılmış ahali, kâtiplerin elindeki aracın adını bu araç marifetiyle yazılan mesajlar için de kullanıyordu. Tıpkı çok ileride, Cumhuriyet Türkiye'sinin dil hokkabazlarının "hava meydanı" veya "tayyare meydanı"na karşılık olarak icat ettiği "uçak" kelimesi nasıl halkın ağzında "tayyare"ye karşılık geldi ve bu imkânı yok değiştirilemediyse, yazan kalem gibi yazılan mesaja da "divit" diyen halk da bundan vazgeçmedi.

Gidip "divit yazdırmak", pek tabiî bir hal olmuştu. Azıcık mürekkep yalamışlar, birbirlerine, "senin divitini okudum" diye göz kırpıyorlardı. Halk ozanları, "divit yazdım meydana / baharınan gel bana" diye türküler besteliyorlardı. Vazifelilere tembih edildi, ahaliden her gelene tek tek izah ettiler, işe yaramadı.

O esnada I. Murad'a lalaları ve hocaları, Türk'ün cihan hakimiyeti mefkuresini bu kadar ihmal edemeyeceğini, bir an evvel bazı yerleri fethetmesi icap ettiğini hatırlattılar, aksi halde evlatlarının cihan padişahı olamayacağını imâ ettiler. Bu esnada gecesi gündüzü halkın "divitlerini" okumakla geçen hükümdar önce küstüyse de içinden büyüklerine hak verdi ve seferlere çıktı. Halbuki münasip bir vazifeli tayin edilebilir, hiç değilse bir patent bişey alınabilirdi. Hünkâr, şehit olmadan evvel, bir ulağını göndererek Bursa meydanındaki levhaya, "Düşman çadırlarına karşı sahlep içiyoruz. Mehtap fevkalâde," diye "divit" yazdırmıştı.

Bloggerlar İçin Zaman Yönetimi

Bloggerlar İçin Zaman Yönetimi

Google profilimi dikkatli incelediyseniz “Hayatta övündüğünüz şeyler” sorusuna verdiğim
cevabı fark etmişsinizdir. Oraya da yazdığım gibi 1 günü 24 saate sığdırabilmek benim için gerçekten övünülecek bir şey. Hatta o cevabı yazdığımda Blog Hocam’ı yeni açmıştım ve evli değildim. Artık sorumluluklarım ve 1 güne sığdırmam gerekenler çok daha fazla.

 

İster öğrenci olsun ister çalışan, ister evli olsun ister bekar farketmez her blog yazarının benim gibi zaman problemi yaşadığını düşünüyorum. Bu yüzden zamanımızı akılcı kullanarak iş, aile ve sosyal hayatımızı aksatmadan blogumuza da vakit ayırabilmeliyiz. Bunun yolu da zamanı doğru yönetmekten geçer.

Zaman yönetimi konusunda hem kendim hem de diğer blog yazarları için epey araştırma yaptım. Onlarca akademisyen ve profesyonelin zaman yönetmiyle ilgili makale ve sunumlarını okudum. Onlardan öğrendklerimi kendi deneyimlerimle harmanlayarak zaman yönetmiyle ilgili faydalı olacak önerilerde bulunmak istiyorum.

zaman yönetimi

1. Blogunuz İçin Net Hedefler Belirleyin

Hedef belirlemek yanlış şeylerle ilgilenerek zamanı boşa harcamanızı engelleyebilir. Örneğin kendinize hedef olarak haftada 3 yazı yazmayı koyarsanız, hedefiniz olan 3 yazıyı yazmadan blog tasarımıyla uğraşmazsınız. Yani zamanı öncelikleriniz için ayırırsınız.

2. Yazılarınızı Planlayın

Zamanı iyi yöntemek için planlı ve programlı hareket etmek şarttır. Bu yüzden mutlaka br içerik takvimi kullanmanızı öneriyorum. Yazdığınız veya yazmayı düşündüğünüz yazıları takvimde yayınlanacak güne koyun ve takvime daime sadık kalın.

3. Dikkatinizi Dağıtan Şeylerden Uzak Durun

Blogunuza ayırdığınız zamanın çoğunu yazı yazmaya harcıyorsunuz sanırım. Araştırma, yazma, düzenle gibi işlemler bazen saater sürebiliyor. Bu süreyi optimize etmek için yazı yazarken dikkatinizi dağıtan ve sizi oyalayan şeylerden uzak durun. Örneğin sosyal ağlarınızı veya anlık meajlaşma programlarınızı, televizyonunuzu hatta cep telefonunuzu bile o an için kapatbilirsiniz.

4. Aynı Anda Tek Bir İşe Odaklanın

Zamanı verimli kullanmamızı engellleyen en önemli sorunlardan biri “multi tasking” yani aynı anda birden fazla işe odaklanmaya çalışmak. Bir işi kusursuz yapabileceğiniz bir zamanda iki işi yarım yamalak yapmak istemiyorsanız bundan kaçının.

5. Rutinleriniz Olsun

Rutin kelimesi sıkıcılığı çağrıştıran bir kelime olsa da söz konusu zaman yönetimi olduğunda size büyük avantajlar sağlayabiliyor. “Her hafta Pazar günü 3 saatimi içerik oluşturmaya ayırırım”, “ yazı yazarken belli yazı şablonlarını kullanırım” gibi rutinler bir işi daha kısa sürede yapmanızı sağlayacaktır.

6. Blog Yazdığınız Yerde Organize Olun

Blog yazılarınızı yazdığınız ortamın ne kadar önemli olduğunu hiç dşündünüz mü? Kendimden örnek vereyim; evde sessiz ve tek başıma olduğum bir ortamda 1 saatte oluşturabileceğim bir içeriği ofiste telefonlar, ziyaretçiler, işler derken 4-5 saatte oluşturuyorum. Bu yüzden herşeyin elinizin altında olduğu, rahatsız edilmediğiniz bir ortamda blog yazmak, vaktinizi daha verimli kullanmanıza yol açacaktır.

7. “Hayır” Demeyi Öğrenin

Eminim çoğunuz hergün gerek sosyal medya hesaplarınız gerek de e-posta ile onlarca mesaj alıyorsunuzdur. Bunlar arasında sizden türlü rica ve isteklerde bulunanlar oluyordur. Eğer blogunuza ayırdığınız kısıtlı vakti en iyi şekilde değerlendirmek istiyorsanız, bu mesajların bir kısmına kibarca “hayır” demeniz gerekebilir.

8. En Yüksek Olduğunuz Zamanı Bilin

Herkesin kendini iyi hissettiği, enerjisinin yüksek olduğu günler ve saatler mutlaka vardır. Önemli olan buzaman dilimini bilmek ve kendini o anlara göre programlamaktır. Örneğin ben pazar akşamları kendimi “yüksek” hisseder ve elimden geldiğince içerik üretmeye çalışırım.

9. Kendinizi Ödüllendirin

Zaman yönetiminde planlı hareket etmek, hedefler koymak ve belirlenen sürede bu hedeflere çok önemlidir. Bu yüzden belirlediğiniz sürede belirlediğiniz hedefe ulaştığınızda kendinizi mükafatlanırın. Planınıza sadık kalmanızı ve motive olmanızı sağlayacaktır.

Söz Sizde

Evlendikten sonra bloga ayırığım zamanda azalma olduğunu eminim fark etmişsinizdir. 1-2 sene önce övündüğüm şey olan “1 günü 24 saate sığdırmak” özelliğimi yavaş yavaş kaybediyorum sabırım. Diğer evli blog yazarları ne durumda merak ediyorum. Haftada kaç yazı yazabiliyorsunuz ve blogunuza nasıl vakit ayırabiliyorsunuz? Öneri ve tecrübelerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Rıdvan'la Fener seyircisi ayrı takımda

"Futbol zekası" diye bir şey var mıdır? Futbol denen oyunun içinde yaşamamış olanlar pek anlayamaz ama kesinlikle vardır. Kanıtı şudur ve pek çok futbolseverin başına pek çok defa gelmiştir: Ayağına topu aldığı zaman dünyanın en geniş perspektifli, en hızlı ve çok ihtimalli düşünen adamı olduğundan zerrece şüphe etmeyeceğiniz bir futbolcuyu saha dışında konuşurken izler ve şaşar kalırsınız: O keskin zekalı adam bu mudur?

Rıdvan Dilmen'e "şeytan" lakabı sadece ayağının hünerinden ötürü takılmadı; 'zihni rakiplerinkinden hızlı çalışır, aklı rakiplerin öngörebileceğinden çok farklı ihtimaller üretir' demekti bunun anlamı. Dilmen, futbol zekasının saha dışında da işgörebileceğini, yorumculuk yaptığı maçlarda, pozisyonun gelişinden olacak golü bilerek vs. gösterdi. Bir yere kadarmış.

29 Aralık Pazar günü Fenerbahçe seyircisi, yolsuzluk operasyonlarını es geçmek istemedi, hazır takım da rahat rahat galip geliyorken, memleket politikasına el attı. Ve Rıdvan Dilmen'den fena tokat yedi. Dilmen, NTV'nin Yüzde 100 Futbol'unda, "başbakanımızın şahsına karşı yapılan tezahüratları kınadığını" belirtti. Olabilir, halihazırdaki rejimimiz, başbakanın aynı anda sekiz kanalda birden görünmesini, ekranlarda ağzını açan herkesin başbakanı savunmasını vs. öngörüyor. Fakat burada fazlasıyla tuhaf olan, Dilmen'in yolsuzluk üzerinden hükümeti ve başbakanı protesto eden Fenerlileri kınama gerekçesiydi. Bakın şimdi, Dilmen'in sözleri:

"3 Temmuz sürecinde Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan, herkesten fazla Fenerbahçelilik göstermiştir. Bildiğim için söylüyorum. Bu ayrıntıların hepsini Sayın Aziz Yıldırım biliyordur ve konuyla ilgili açıklama yapmasını bekliyorum. Bir Fenerbahçeli olarak gerçekten çok üzüldüm. Çok ciddi hizmetleri olan ülkenin Başbakanına haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Neden haksızlık yapıldığını da Başkan Yıldırım'ın açıklamasını bekliyorum. Beğenmeyebilirsiniz, oy kullanmayabilirisiniz. Zaten Fenerbahçe kulübüne siyasetin karışmaması lazım."

Yani ne diyor? "3 Temmuz süreci"nde, yani ortaya çıkarılmış şike vakaları ve girişimlerine rağmen Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe Kulübü'nün cezadan kurtarılması operasyonunda, başbakan "herkesten fazla Fenerbahçelilik göstermiş". Rıdvan Dilmen bunu "bildiği için" söylüyor. Aziz Yıldırım'ın da bildiğinden emin: "Sayın Başbakan herkesten fazla Fenerbahçelilik yapmıştır; hiç hak etmedi." Dilmen'in temennisinin aksine, Aziz Yıldırım tek laf etmese daha iyi olacak sanırım. Çünkü Dilmen başbakanı savunacağım derken "3 Temmuz süreci"ne dair bilinip de söylenmeyeni ortaya dökmüş oldu.

"Kulübe siyaset karışmaması lazım" derken, başbakanın nasıl "Fenerbahçelilik yaptığını" anlatarak! Bütün Rıdvan'ları sahadaki halleriyle hatırlayabilsek ne güzel olurdu...

Blog Sahiplerinin Yapması Ve Yapmaması Gereken Davranışlar

Blog Sahiplerinin Yapması Ve Yapmaması Gereken Davranışlar

Herkese merhaba.Ben Nurgül Karış. Öncelikle sevgili Blog Hocam'a,beni misafirliğine kabul ettiği için çok teşekkür ediyorum ve saygılarımı sunuyorum.
 
Başlıktan da anlaşılacağı gibi,konumuz blogger davranışları. Aslında az çok herkesin fikri olabilen bir konu ancak daha da detaya inersek..

-Blog sahibi olmanın sorumlulukları
-Blog sahibinin okuyucusuna karşı davranışları olarak iki başlık altında inceleyebiliriz.

blog
Blog sahibi olmanın getirdiği bazır kurallar vardır. Eğer bir siteniz varsa ve siz de bu siteyi en iyi şekilde yaşatmak istiyorsanız,uymanız gereken ve kendinize prensip edinmeniz gereken bazı hususlar vardır. Bunlar,hem kendinize hem blogunuza hem okuyucunuza karşı yapmanız ve yapmamanız gereken davranışları içeriyor. Öncelikle blog sahibi olmanın sorumluluklarıyla başlayalım. Blog veya bir site sahibi olmak,sanıldığı gibi yazı yazıp göndermekle kısıtlı değildir. Blogunuza saygı,kendinize saygı,okuyucunuza saygı konusunda her zaman dikkatli olmalısınız. Blogunuzu güncel bir şekilde kullanmalı,gereksiz veya eksik ayrıntılarla kullanılamaz hale getirmemelisiniz. Blogunuza uygun bir tema ve başlık,en önemli hususlardır.Blogunuzun sınırlarını belirlemeli o çizgiden uzaklaşmamalısınız.  İçerik olarak özgün ve yaratıcı olmalı,eğer imkanınız varsa görsellerle ve videolarla desteklemelisiniz. Unutmayın okuyucu,her zaman canlı ve özgün içerikleri destekler. Yazınızın blog temasına uygun olması,yazım ve imla kurallarına uygun olması gerekir. Görsellerinizin de özgün ve iyi çekimler olması gerekir.
 
Blogunuza gereken saygıyı gösterirseniz,otomatik olarak okuyucularınız da bundan etkilenir. Bu durumda okuyucularınıza karşı da sorumluluğunuz artar. Okuyucuya saygı ve değer,her zaman olması gereken bir davranıştır. Okuyucunuzun yorumlarını cevapsız bırakmamalı,sorularına yanıt vermeli,düşüncelerini dikkate almalısınız. Gerek çekilişlerde gerek yazılarınızda gerek çektiğiniz videolarda,okuyucunuz her zaman dikkat etmeniz gereken ilk husus olmalı. Yazdığınız yazılarda okuyucunuza faydalı olmayı amaçlamalısınız. Eğer bu davranışları pratik hale getirirseniz,blogunuza ve size gereken saygı ve itibar gösterilecektir,emin olabilirsiniz.
 
Öncelikle kendi kişiliğinizi saygıyla çerçeveleyip,daha sonra yaptığınız işe bu saygıyı yansıtmalısınız. Çizginizden ayrılmamalı ve okuyucularınızla sürekli iletişim halinde olmalısınız. Bu size daha çok mutluluk verecek ve yaptığınız işi sevmenizi sağlayacaktır.

Yazar hakkında: Ben Nurgül Karış.Ağustos 2013 tarihinde aktif olarak yazmaya başladım. Amacım her konuda kaliteli ve özgün bir blog sahibi olmak. Sevdiğim,tavsiye edip etmediğim her ürün hakkında http://yaseminjess.blogspot.com blogumda yazmayı çok seviyorum.

GTA 5'e gelen yeni güncelleme Los Santos'u karlar altında bırakacak

2013 yılının en çok beklenen ve konuşulan oyunlarından olan GTA 5, milyonları memnun etse de, ufak sorunlarıyla bazı kullanıcıları rahatsız etmeye devam ediyor. İlerleyen günlerde Rockstar Games tarafından yayınlanması beklenen yeni güncellemeyle birlikte oyundaki hataların yanında bir çok yeni özellik de eklenmiş olacak.

GTA 5 Online'ın sıkıcı olduğunu dile getiren kullanıcılar için gelecek güncellemenin en çarpıcı özelliklerinden birisi Los Santos için olacak. Oyun severlerin çeteleriyle birlikte ele geçirmek için çalıştığı Los Santos güncellemeyle birlikte karlar altında kalacak. Bembeyaz bir örtü altında kalacak olan şehirde kış mevsimi sadece görsellik olarak gelmeyecek, araba sürüş ve oyunun zorluğuna da etki edecek.

http://www.teknolojioku.com/haber/gta-5e-gelen-yeni-guncelleme-los-santosu-karlar-altinda-birakacak-15766.html
Az Zamanda Çok Ziyaretçi Getiren Siteler

Az Zamanda Çok Ziyaretçi Getiren Siteler

Blogların en büyük sorunların biri yeteri kadar ziyaretçi çekememek yani hit alamamak. Bir blog sitesine ziyaretçi çekmnin en iyi yolu benzersiz içerikler üreterek bunları Google dizinine eklemek ve arama sonuçlarında üst sıralara çıkmaktır. Fakat bu iş göründüğü kadar kolay değildir. Rekabete göre yazdığınız makalenin üst sıralarda çıkması güçleşebilir.

Google ve diğer arama motorlarından gelen hitler dışında diğer önenmli hit kaynağı ise sosyal ağlardır. Facebook ve Twitter başta olmak üzere Pinterest, LinkedIn, Google+ gibi sosyal ağlar blogların en önemli 2. hit kaynağıdır. Bunun için sosyal medyayı aktif kullanmak ve yüksek takipçi sayısına sahip olmöanız gerekmektir. Yani sosyal ağlardan ziyaretçi çekmek de  uzun zaman alabilir. 

Kısacası ziyaretçi trafiğinizin çok büyük bölümünü oluşturan organik ve sosyal trafik alma işi zaman ve çok çalışma ister. Ben bu yazıda daha az ama daha çabuk hit getirecek yönlendirme trafik kaynaklarından ve ziyaretçi getirecek sitelerden bahsedeceğim.

Forumlar

Hergün binlerce kişinin ziyaret ettiği ve bilgi paylaşımında bulunduğu forumlar, bloglar için önemli hit kaynaklarıdır. Blog Hocam’ın okuyucu kitlesi blog yazarları olduğu için ben daha çok WMAracı, Webmastersitesi ve İyinet gibi forumlarda paylaşımlar yaparak ziyaretçi çekmeye çalışıyorum ama Türkiye’de hemen her konuya özel forumlar olduğu gibi tüm konuların bir arada bulunduğu ForumTR gibi genel forumlar da var.

1. Blogunuzu Tanıtın: Forumlardan nasıl ziyaretçi çekeceğinize gelirsek bunun pek çok yolu var. Örneğin işe blogunuzu tanıtarak başlayabilirsiniz ama bunu forum kurallarına uygun şekilde yapmalısınız. Forumların çoğunda forum iyelerinin kendi sitelerini tanıtmak için ayrılmış bölümler vardır. Buraya yeni bir konu açarak blogunuzu binlerce kişiye tanıtabilirsiniz.

blog tanıt

2. Blogunuzu Kaynak Göstererek İçerik Paylaşın: Forumlar bilgi paylaşımı üzerine kurulmuş topluluk siteleridir. Dolayısıyla insanlara bilgi veren konular her zaman çok ilgi görür. İlk olarak blogunuzda paylaştığınız ve çok faydalı olduğunu düşündüğünüz bir içerik yeteri kadar ilgi görmediyse bunu forumlarda paylaşıp esas yazınıza kaynak vermek çok etkili bir ziyaretçi kazanma yöntemidir.

kaynak göstermek

 

3. İnsanlara Yardımcı Olun: Forumlarda pek çok insan soru sorar ve diğer forum üyelerinden yardım bekler. Eğer cevabını bildiğiniz ve daha önce blogunuzda paylaştığınız bir soru görürseniz, kişiyi cevap için blogunuza yönlendireblirsiniz.

Yardımcı ol

 

4. İmza Bölümünü Kullannın: Forumların çoğunda imza bölümünde link paylaşmak serbesttir. İmzalar her yazınızın altında görüneceği için imza bölümüne blogunuzun linkini koyduktan sonra forumda ne kadar aktif olursanız o kadar çok ziyaretçi çekme şansınız olur.  Benim WMAracı’nda premium üyeliğim olmadığı için imzamda link paylaşmıyorum ama direkt url olarak veya başka şekillerde blogumdan bahsedebiliyorum.

imza
5. Profilinizi Doldurun: Bir foruma üye olduktan sonra profil bilgilerinde kişisel bilgilerinizin yanında web sitesi bilgisi seçeneği de mutlaka vardır. Bu ölüme blogunuzun adresini yazarsanız profilinizi ziyaret eden kişileri blogunuza yönlendirebilirsiniz.

profil


Popüler Bloglar

Son yıllarda oldukça popüler hale gelen blogları artık hergün milyonlarca kişi ziyaret ediyor. Bu bloglar arasında popüler olanları sürekli takip ederek hit kaynağı olarak kullanabilirsiniz. Nasıl mı? İşte birkaç örnek;

1. Konuyla İlgili Link Bırakın: Okuduğunuz yazıyla ilgili kendi blogunuzda başka bir içerik varsa bunu paylaştığınız yorumlar genellikle yayınlanır. Çünkü spam görüntüsünden uzaktır ve yorumu okuyan kişiye fayda sağlayacaktır. Özellikle popüler bir blogun çok okunan bir yazısında ilk yorum yazan kişi olmayı başarırsanız ciddi bir hit getirecektir.

yorum link
2. URL’nizi Yazın: Popüler blogların yorum bölümünden ziyaretçi çekmenin en kolay yolu yorum formundaki adres kısmını doldurmaktır. Yorum bölümlerinde adres kısmını doldurmak zorunlu olmadığı için yazmıyor olabilirsiniz ama yukarıda da belirttiğim gibi popüler bir blogun çok okunan bir yazısına ilk yorumu siz yazarsanız ciddi bir hit getirecektir.

yorum-url

 

3. Misafir Yazar Olun: Bloglardan nitelikli ziyaretçi çekmenin en etkili ve en etik yöntemi konuk yazar olmaktır. Ancak burada sorun doğru blogu bulmak. Popüler bloglar konuk yazar kabul etmeyebiliyor veya kriterlerini çok yüksek tutabiliyorlar. Bu yüzden sizinle benzer konuda yayın yapan, trafiği nispeten düşük ama düzenli okuyucusu olan bloglar bulmalısınız.

misafir
Soru Cevap Siteleri

Kullanıcıların sorularını gönderdikleri ve diğer kullanıcıların o soruyla ilgili cevaplarnı paylaştıkları bu platformların dünyadaki öncüsü Yahoo Answers ama ülkemizde ne yazık ki bu kadar popüler bir soru cevap platformu yok. İçeriği nedeniyle Blog Hocam’a en çok ziyaretçi gönderen soru cevap sitesi Google Blogger ürün grupları. Bunun sonra en çok trafik gönderen soru cevap sitesi Kızlar Soruyor.

cevap
Siz de internetteki soru cevap sitelerine kayıt olup, buralarda içeriğinizle ilgili sorulan sorulara blogunuzun linkiyle birlikte cevap yazarak kolayca ziyaretçi çekebilirsiniz.

Makale Dizinleri

Article marketing dediğmiiz makale pazarlaması ülkemizde pek yaygın olmadığı gibi bu konuda kaliteli bir makale dizini bulmak da çok zor. Blog Hocam’ın ilk zamanlarında, makale dizinleri arasına en  popüleri ve kalitelisi diyebileceğim Makale Marketi’ne yazı gönderek ziyaretçi kazanmışlığım vardır.

makale
Makale Marketi veya diğer makale dizinleri hemen her konuda kategori içerdiğinden tüm bloglar için uygundur. Makalelerinizin içine yerleştireceğiniz linkler ve künye bölümüne koyacağınız linkler ile blogunuza ziyaretçi kaznandırabilirsiniz.

Sosyal İmleme Siteleri

İlerleyen haftalarda yazacağım bir yazıyla sosyal imlemenin hit dışındıki faydalarınan da bahsedeceğim ama bu yazıda hit katkısından söz edelim. Çoğu kaynakta olduğu gibi sosyal imleme sitelerinde de Türkiye’de büyük bir eksik var. Çoğu blogcu gibi ben de sosyal imleme için sadece Yazarkafe’yi kullanıyorum ve resimde de göreceğiniz gibi buradan ciddi hit alıyorum.

yazarkafe

 

Ne yazık ki Reddit, Delicious, Stumbleupon gibi dünyaca ünlü sosyal imleme sitelerine gönderilen türkçe içerikli yazılara pek tıklanmıyor. Oyyla ve İm.web.tr gibi Tükçe sosyal imleme siteleri ise maalesef çok kalitesiz ve yine pek fayda sağlamıyor. Bu yüzden Bumerang’da altın üye olmaya çalışmanızı ve Yazarkafe hizmetinden faydalanmaya başlamanızı öneriyorum.

Komünite Blogları

Yıllar önce Bildirgeç ile ünlenen komünite bloglarının bugün en popüler örneği Milliyet Blog diyebilirim. Yüzlerce blog yazarı farklı kategorilerde yazılarını Milliyet Blog’da yayınlayarak geniş kitlelere ulaşabiliyorlar. Ben de burada 1-2 yazı yayınlayarak Blog Hocam’a ziyaretçi kazandırmıştım.

milliyet
Milliyet’te blog yazarken proflinizde, yazılarınız içerisinde veya sonunda blogunuza bağlantı verebiliyorsunuz. Eğer bu bağlatılar konuyla ilgili ve aşırı olmazsa editörler izin verebiliyor. Böylece çok sayıda ziyaretçi kazanabiliyorsunuz.

Alternatif Sosyal Ağlar

Sosyal ağ dendiğinde akla gelen siteler bellidir; Facebook, Twitter, Google+, Pinterest ve LinkedIn. Fakat bunlar dışında daha niş, daha az popüler ama sıkı müdavimleri olan alternatif sosyal ağlar da var. Bunlardan benim en sık kullandıklarım Quup ve Inploid.

inploid
Bu tür alternatif sosyal ağlarda tarttışmalara katılarak ve yazılarınızı paylaşarak kolayca ziyaretçi sayınızı arttırabilirsiniz. Popüler sosyal ağlara takılıp kalmayın, alternatifleri de deneyerek size katkısını ölçün.

Dizinler

Türkiye’de dizin dendiğine akla DMOZ gelir. DMOZ insanlar tarafından oluşturulan bir dizin olduğu için Google’ın gözünde çok değerlidir ama hitinize pek katkısı yoktur. Hit için size önereceğim en kaliteli dizin, Hürriyet’in servisi olan Hurlist.


hurlist


Hurliste’e site eklemek için Bumerang üyesi olmanız yeterli. Üyelik tipinizin önemi yok. Biünyesinde binlerce site olan Hurlist, etiketleme ve öneri sistemi sayesinde sıradan bir dizine göre gayet iyi trafik gönderiyor.

Söz Sizde

Blog Hocam’da kullandığım kısa zamanda ziyaretçi çekmeye yönelik siteler bunlardı. Ziyaretçi yazlığından şikayetçi olan blog yazarlarının işine yarar umarım. Eğer sizin kullandığınız başka siteler veya yöntemler varsa lütfen bizle paylaşın.

Derin muhafazakâr toplum mühendisliği

Derin muhafazakâr toplum mühendisliği

Cinler periler şunlar bunlar vardır, ayrıca hepsi kadındır, hoppa, hilekâr ve yalancıdırlar. Gazetede okudum, size de aktaracağım.

Her türlü uydurmacılık, şirretlik ve yaygaracılığın tamamen meşru sayıldığı gazete birinci sayfalarıyla baş etmeyi elbette biliyorum; eskiden Hürriyet'ti şuydu buydu, şimdi Star, YeniŞafak bilmemne. Yazarlar badiresinden de alnımın akıyla çıkarım muhtemelen. Bunlara güvendim, o birinci sayfa manşetlerinin arasına yerleştirilmiş tuzaklardan birine kapılıp gazetenin -ve temsil ettiği zihniyet dünyasının- derinliklerine ilerledim. İlerledikçe korkmaya başladım. Tıpkı korku filmleri gibi, bu da alışkanlık yapıyor.

24 Aralık günü, olağan bir gün gibi başlamıştı. Ayakkabı kutularına ne olmuş, hükümet Gezi isyanı sırasında bağrına bastığı polise yine neler etmiş, hocaefendi bugün itibarıyla Allah'tan nereye ateş salmasını istemiş... gazetelerin sitelerinde geziniyordum. Star'ın manşetlerini tararken, işte!, o karşıma çıktı: "Bebek sahibi annelerin korkulu rüyası - Musallat olduğu zaman sonu ölümle bitiyor". Nasıl tıklamazsın bunu?

Aşağıdakileri okumadan önce şu uyarımı lütfen iyice belleyin: Bunlar bir günlük gazetede yeralıyor. Başlık, o gazetenin o günkü manşetleri içerisinde yeralıyor. Günlük gazete. Haber. Gerçeklik. Tamam di mi? İyi. Girişiyoruz:
"Al karısı - Türk, Anadolu ve Altay halk inancında lohusa dönemindeki kadınlara ve atlara musallat olduğuna inanılan yaratıktır. Al karısı kısrak ata biner; atın saçını örer ve terletirmiş." Buraya aldığım fotoğraflardan biri eşliğinde bu sözler. Meğer bu bir "haber" değil, bize mümkün olduğunca çok sayfa tıklatmak üzere kurulmuş "foto galeri" türü düzeneklerden biriymiş. Dolayısıyla bu sözlerin bazı fotoğraflara eşlik etmesi gerekiyor. O fotoğrafların ve ne idüğü belirsiz görsel malzemenin bir kısmını küçültüp (orada koskocamanlar) buraya aldım. Bunları oraya koymak asla sadece şuursuzluk veya özensizlikle açıklanamaz; cürmünden çok daha fazlasını yakacak türden bir seçim bu. Değineceğim.

Tıklıyoruz haliyle, sayfa değişiyor: "Al karısını yakalamak için atın üstüne acı sakız koyar, yakasına iğne batırır, her işte çalıştırırlarmış. Al karısı, yakasındaki iğne çıkarılınca kaybolurmuş." Anlaşılan, eski türk inanışları falan cinsinden bir rotada ilerleyeceğiz. Ama hayır, bir daha tıklayınca birden Saatli Maarif Takvimi ortamına geçiyoruz: "Kızılcık çıkaran çocuğa al karısı tebelleş olmasın diye yalnız bırakılmaz; yoksa çocuk çalık olur." Nitekim, bir sonraki tıklamanın sonucu da aynı: "Al karısından korunmak için bazı kadınlar da başlarına rapata koyarlar. Rapataya çuvaldız, iğne sokulur ki al karısı gelmesin."

Bu böyle gider... sanıyorsunuz ki, bir sonraki tıklamada işlerin sandığınız kadar basit olmadığını görüyorsunuz: "Al karısı uzun boylu, parmakları uzun, saçları dağınık, vücudu yağlı, el ve ayakları küçük, dişlek bir cindir. Kısrak atlara ve loğusa kadınlara düşmandır. Al karısı gerçektir ve erkeklerden korkar." Yanlış okumadık; "gerçektir" diyor. Star'ın bu foto-galerisini hazırlayan kimsenin gerçeklikle ilişkisi konusunda bize ışık tutabilecek bir ayrıntıyı bir sonraki tıklama ile elde ediyoruz: "Al karısı cin türü; samanlık ve ahırlarda bulunan öcü gibi bir şeydir. Karanlık odalara gelir, yalnız olan loğusa kadına al gelir, ağırlık basar. Loğusa kadınlar başlarına çuvaldız sokarlar ki al basmasın. Loğusa kadınlar al basmasın diye baş uçlarına Kur’ân koyarlar."

Gördünüz ya, şurada burada "bulunan", "öcü gibi bir şey"miş. Öcünün varlığından kim şüphe duyar? Al Karısı da onun gibi bişeydir işte. Burada sahiden ciddi ve derin bir patolojik sorun var, üstelik bunlar günlük gazetede yayımlandığı için sosyal-psikolojik boyutlar da devreye giriyor. Yazanla, yayımlayanla ilgili patolojik sorun küçükse, yalancılık ve düzenbazlık meselesi büyüyor.

Tıklayıp ilerleyelim: "Parmaklarının eklem yerleri olmadığı gibi, parmakları sivriymiş! Al karısının pişirdiği ekmek hiç bitmezmiş, çok bereketliymiş!" Ekmekten kimin nasıl haberinin olduğunu elbette soramayız, parmaklar hakkındaki tarifin fazla somut olduğunu da düşünmemeliyiz. Zira: "Albastı: Lohusaya musallat olan sarışın bir peri kızıdır. Lohusanın başında erkek beklemezse, tedbir alınmazsa lohusanın ciğerini yer. Peri kız, erkekten korkar..." Sarışını veri almayın: "Kırgız-Kazak Türklerinde albastı iki nevi olup, biri (kara albastı) ve diğeri de (sarı albastı)dır. (Sarı albastı)lar hoca veya baskı(şaman)ların okumasıyla def olup giderler." Star'ın foto-galeri yetkilisi burada Sarı Albastı'ya niye birden öfkelenmiş, anlayamadım, tıklaya tıklaya geçelim: "Kara albastı... kendisini görmek iktidarına malik olan ocaklı adamdan başka kimseden korkmaz. Sarı albastı sarışın bir kadın suretindedir... Bazen keçi veya tilki suretlerine de girer. Bu ruh lohusalara musallat olup ciğerlerini alır, götürüp suya atar. Baskılar yahut ocaklı adam albastı'yı ciğeri yerine koymaya mecbur ederler..." Yeşilçam gibi, sarışınlar kötü oluyor. Aman neyse, def olup gitsinler!

Gazete okumanın faydalarından biri budur; her tıklayışta albastılar hakkında başka başka gerçekleri öğrenirsiniz: "Kara Albastı ya da öteki adıyla Kara, ciddî ve ağırbaşlı bir ruhtur. Sarı Albastı ise hoppa, hilekar ve şarlatandır. İnsanları çoğunlukla aldatarak ele geçirir. Kimi kez insana dokunmayacağına söz verir ve uzak durur. Ancak hep bir fırsat bekler ve kolayını bulduğunda da zararını verir."

Şimdi tekrar işaret edeyim: Tıklaya tıklaya ilerlediğimiz bu sayfalar, normal olarak "foto-galeri" şeklinde düzenlenen bir bölüme ait. Peki bütün bu zırvalığa hangi "fotoğraf"lar eşlik edecek? Sarı Albastı'nın Facebook sayfası veya Kara Albastı'nın Instagram'ı falan yok. O halde, Star bünyesi ve tasarlanan okur profilinin gözüne uğursuzluk ve kötülük dolu cinler gibi görünecek birilerinin fotoğrafları bulunmalı. Kıytırık cin-şeytan canlandırmalarından medet umulmuş, fakat bunlar hem "fotoğraf" değil hem yeterli değil. Hallerinden bunalım ve hoşnutsuzluk fışkıran Gotik makyajlı genç kızları ortaya sürmek ne güzel çözüm değil mi? Bu kızlar zaten kendilerine tehditkâr bir hava vermeyi de alt-kültürlerinin gereği olarak görüyorlar; malzeme hazır yani. Muhafazakâr bir okur kitlesinin gözünde böyle giyinen, böyle makyaj yapan kızları kötülük kaynağı cinlerle iblislerle özdeşleştirmek, günlük gazete marifetiyle yapıldığında etkili sonuç verebilecek bir işlem. Türkiye'deki sahte muhafazakârlık, kendi hiçbir şey üretemediği için, ancak başkalarını şeytanlaştırarak prim toplar, saflarını sıklaştırır. İlk bakışta sadece zevzeklik gibi görünse de, Star'ın Albastı destanı, insan zihninin karanlık bölgeleriyle gerçekliğin tekinsiz karşılaşmalarından medet uman, cehalet ve korku eksenli toplum mühendisliği çalışmalarına bir nümune.
Şöyle bir cümleyi okuduğunuzda gülüp geçemezsiniz: "Bu ruh bütün Türkler’de dişidir; hoppa, hilekar ve yalancıdır."

Kelime Oyunu zaten bize göre değildi

Evet, televizyonlardaki tek doğru dürüst bilgi-yetenek yarışması programı Kelime Oyunu, bir ihtimal, kendininkinden başka ses duymak istemeyen kompleksli muktedirlerin zorbalığına, bir ihtimal, istiflenip ayakkabı kutusuna konamadığı için haysiyet diye bişeyden haberi olmayan televizyoncuların g.. korkusuna kurban gitti.

Ali İhsan Varol'a, -aslında bunu hiç hak etmeyen- Türkiye televizyon tarihine böyle bir yüz akı armağan ettiği için teşekkürlerimizi iletmeliyiz. Sadece programın içeriği değil, Varol'un sunuculuğu da geçerli televizyon kültürü için ibretlikti: Varol, yavşaklığa kaçmadan samimi olunabileceğini, yarışmacılara ve seyirciye çocuk kandırır gibi değil insan gibi davranılabileceğini gösterdi. Açıkçası o programı ne zaman izlesem, birilerinin aradan sıyrılıp çaktırmadan bana bir kıyak yaptığı hissine kapılıyor, programın o sırada şak diye kesileceğinden korkuyordum. Nitekim...

Blogger’a Forum Sayfası Ekleme

Blogger’a Forum Sayfası Ekleme

Uzun süredir Blogger’a nasıl forum ya da soru-cevap sistemi ekleneceği ile ilgili soru almama rağmen internette konuyla ilgili pek çok anlatım olduğu için Blog Hocam’da paylaşma gereği duymamıştım. Ancak bloga forum eklemeyle ilgili yardım talepleri gelmeye devam edince artık bunu anlatmaya karar verdim.

Blogunuza forum eklemek için tamamen ücretsiz bir Google servisi olan Google Grupları kullanabilirsiniz. Şimdi adım adım forum oluşturmaya ve bunu bloga eklemeye geçelim.

1. Adım: Yeni Grup Oluşturma

Google Grup Oluşturma

Yapmanız gereken ilk şey Grup Oluşturma sayfasına giderek oluşturacağınız grupla ilgili bilgileri içeren formu doldurmak. Formu doldururken dikkat etmeniz gereken en önemli yer grup türüdür. Eğer forum oluşturmak istiyorsanız web forumu, soru-cevap sistemi oluşturmak istiyorsanız soru-cevap forumu seçeneğini seçmelisiniz. Formu doldurduktan sonra üstteki kırmızı renkli “Oluştur” butonuna basabilirsiniz.


2. Adım: Grubun HTML Kodunu Alma

Google Grup Oluşturma
Bilgileri eksiksiz girdiyseniz grubunuzun oluşturulduğunu belirten ve şimdi ne yapmak istediğinizi soran bir sayfayla karşılaşırsınız. Burada “Grubunuzun ayarlarını özelleştirin” linkine tıklayın.


Google Grup Kodları

Ayarlar sayfasının en altında oluşturduğunuz grupa ait HTML embed kodlarını göreceksiniz. Bu kodları bir sonraki forum oluşturma adımında kullanacağınız için bir yere koopyalayın veya bu sayfayı kapatmayın.

3. Adım: Blogger’da Forum Sayfası Oluşturma

Forum sayfası 
Blogger kumanda panelinize girerek Sayfalar > Yeni sayfa > Boş sayfa yolunu takip edin ve bir önceki adımda kopyaladığınız HTML kodlarını sayfanın HTML penceresine yapışırın. Sayfa başlığına “Forum”, “Pano” gibi şeyler yazdıktan sonra seçeneklerden yorum iznini kapatın ve sayfayı önizleme yapın. Eğer forum sorunsuz bir şekilde görüntlendiyse sayfayı kaydedebilirsiniz.

Tebrikler! Artık blogunuzun bir forum sayfası var.

Okuma parçası: İntikam Peşinde

Türkiye son on yılda (...) Ortadoğu'da her denklemi bozacak güce ulaştı. Asya'dan Latin Amerika'ya uzanan bir uluslararası etkinlik alanı oluşturdu. Osmanlı siyasal otoritesinin çöküşünden bu yana bu ülke ilk kez Anadolu sınırlarının dışına taştı. Türkiye büyüdükçe bölgeyi yöneten büyükler küçüldü, bölgedeki çıkar alanları daraldı. İntikam için bu yeterli. (...) Dünyanın her ülkesinde artık Türkiye var. Batı, ekonomik krizlerle boğuşurken, Avrupa'nın en büyük ekonomileri çökerken Türkiye daha da güçlendi. Orta Afrika'dan Uzak Asya'ya kadar her piyasada oyuncu olmaya başladı. Sen Halkbank üzerinden küresel piyasa oyunları kurarsan, bu bankayı dünyanın sayılı bankaları arasına sokmayı düşünürsen o bankayı böyle tartışma alanına çekerler. Bu da intikam için yeterli. Türkiye'nin sivil toplum kuruluşları (...) Endonezya'dan Küba'ya, Afrika'nın en uçlarından Sibirya'ya kadar ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor, Afrika'nın derinliklerinde köyler, kasabalar kuruyor, geleceğe dönük kalıcı izler bırakıyor. (...) Bu bile intikam için yeterli. Türkiye, yönetilebilir ülke olmaktan çıktı. Kendi yolunu çiziyor, kararlı bir çizgi izliyor. Tekrar yönetilebilir alana çekilmesi isteniyor. (..) Bu ülkeye diz çöktürmek, onu tekrar muhtaç hale sokmak, iç çekişmelere mahkum etmek istiyorlar. 'Sen İran'la nasıl anlaşırsın, ambargoyu nasıl delersin, ABD şirketini bir kenara atıp Çin'le nasıl füze anlaşması yaparsın, nasıl kendi savunma sanayiini kurarsın, Asyalı güçlere nasıl göz kırparsın, Mısır'dan sana ne, İsrail'e nasıl posta koyarsın' diyorlar.
Ö D E V L E R

SORU 1 - Türkiye'nin Ortadoğu'da bozduğu denklemleri sayınız (alfabetik sırayla).
SORU 2 - "Ülke Anadolu sınırları dışına taştı" metaforuyla yazar ne anlatmak istemektedir:
a.) Kilo aldı, b.) Kabına sığamıyordu, c.) Bin atlı akınlarda, d.) Tabiat boşluk kabul etmez.
SORU 3 - Ülke sizce ne kadar dışarı taşmıştır? Elle gösteriniz.
SORU 4 - Ülke büyüdükçe başkalarının küçülmesi hangi masalda geçmektedir:
a.) Güliver'in Oğlu, b.) Kutu Cini, c.) Göğe Yükselen Altın, d.) Kahraman Banka.
SORU 5 - Yazar, "dünyanın her ülkesinde artık Türkiye var" derken hangi söz sanatına başvurmaktadır:
a.) Basit mübalağa, b.) Kompleksli mübalağa, c.) Sınıraşımı, d.) İzan tutulması.
SORU 6 - Avrupa'nın büyük ekonomilerinin çöktüğü, Türkiye'nin güçlendiği bir ortamda Türkiye'nin oyuncu olması, oyunlar kurması üzerine ne söyleyebilirsiniz?
a.) Hakkıdır, b.) Ayıptır, c.) Hayat bir oyun, d.) Ne olursa olsun yaşama sevincini kaybetmemek lazım.
SORU 7 - Halkbank üzerinden kurulan piyasa oyunları:
a.) Küreseldir, b.) Daire teşkil edilerek oynanır, c.) Yedişer kağıtla oynanır, d.) Baba-oğul oynanır.
SORU 8 - Afrika'nın en uçları takriben nereleri olmaktadır, harita üzerinde gösteriniz.
SORU 9 - Türkiye'nin sivil toplum kuruluşları, geleceğe dönük iz bırakmak için neden Afrika'nın derinliklerine gitmektedir, daha görünür biryerlere bıraksalar daha iyi olmaz mı? Tartışınız.
SORU 10 - Yazarın "Türkiye yönetilebilir ülke olmaktan çıktı" cümlesi hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur:
a.) Talihsizlik olmuş, b.) Eceline susamış, c.) Aslında onu demiyor, d.) O da başbakana karşı boş değil.
SORU 11 - Asyalılara göz kırparken kaseti bulunan ünlü kimdir?
SORU 12 - Yazarın anlattığı olaylar nerede geçmektedir?

KAYNAK: İbrahim Karagül, "Bu, çokuluslu bir operasyondur!", YeniŞafak, 20.12.2013.
5 Adımda Başarılı Bir Misafir Yazısı Yazmak

5 Adımda Başarılı Bir Misafir Yazısı Yazmak

Herkese merhaba diyerek yazıma başlıyorum. Misafir yazarlık, değerinin ve faydalarının anlaşılmasıyla birlikte, özellikle yabancı webmasterlar tarafından bir alışkanlık haline gelmiş olmasına ramen Türk webmasterlar için henüz pek kullanılan bir metod değil. Misafir yazısı yazmanın sitenize ne gibi faydaları olacağından bahsetmek yerine, başarılı bir misafir yazısı nasıl yazılır onu anlatacağım. Değişik sitelere misafir yazılar yazmanın size ve sitenize yararları konusunda bloghocam sitesinin sahibi Serdar Kara'nın güzel yazısına göz atabilirsiniz.

Misafir-Gorsel

1.Adım: Misafir Yazı Yazılacak Sitenin Seçimi


Misafir yazısı yazmanın faydalarını okuduk, araştırdık ve öğrendik. Bir misafir yazısı yazmaya karar verdik ama işe nereden başlayacağımızı bilmiyoruz. Burada işe iki farklı yöntemden birini seçerek başlayabiliriz. İlki ve daha kolay olanı, misafir yazar yazılarını sitelerinde yayınlayan sitelere bir göz atıp bulduğumuz siteler arasında ilgimizi çeken, hakkında faydalı bir makale yazabileceğimiz bir kaç site belirlemektir. Yada spesifik bir konu hakkında makale yazmak istiyorsanız, ilgili siteler arasında misafir yazı kabul eden site var mı diye araştırıp, yoksa site yöneticileriyle iletişime geçerek yazmak istediğiniz makaleden bahsedip, böyle bir makaleyi sitede yayınlamak isterler mi onu öğrenebilirsiniz.

2.Adım: Konunun Belirlenmesi


Misafir yazısı yazmanın ve yazdığımız yazının sitede yayınlanmak üzere kabul edilmesi için ALTIN kural, yazdığımız yazının, ekleneceği siteye değer katmasıdır. Yazımız, sitenin içeriğiyle ilgili ama hakkında yazılmamış bir konu olmalıdır. Site ziyaretçilerinin ilgisini çekebileceğini düşündüğünüz bir konu hakkında yazmak ise, alacağınız geri dönüşün daha kuvvetli olmasını sağlayacaktır.

3.Adım: Yazının Hazırlanışı

Bu adımda dikkat etmemiz gerekenleri listeleyelim:

- İmla kurallarına uygun bir yazı yazmak dikkat etmemiz gereken ilk kural olmalı.
- Yazımızda hiçbir alıntı içerik bulunmamalı.
- Sitedeki mevcut içeriklerde anlatılmış konuları tekrar anlatmaktan kaçınmalıyız.
- Başlığımız siteye giren ziyaretçinin ilgisini çekebilecek şekilde olmalı. 
- Yazımız siteye giren ziyaretçinin işine yarayacak bilgiler içermeli.
- Konu ile ilgili iyi bir araştırma yapmak, başarılı bir yazı yazma yolunda her zaman faydalı olacaktır.
- İlgili yabancı makaleleri okuyarak fikir alıp, yazımızı zenginleştirebiliriz.
- Yazımızı daha ilgi çekici kılmak için etkileyici görseller tercih edilmeli.
- Yazınız hakkında site yöneticilerinin fikirlerine başvurmaktan çekinmeyin. 

4.Adım: Künye

Siteye karar verdik, yazımızı hazırladık ve sıra geldi kendimizden bahsetmeye. Buraya kadar her şeyi planlanan şekilde yerine getirip, başarılı bir yazı ortaya çıkarmış olsak dahi okuyucunun gözünde negatif bir etki yaratabilecek kısım burası. Nasıl bir künye yazacağımız, yazıyı okuyan kişinin sayfayı kapatıp çıkması yada bizim verdiğimiz linke tıklayarak sitemize trafik olarak dönüş yapması arasındaki farkı oluşturacaktır. Bu bölüm kısaca kendimizden, kendi sitemiz yada projemizden bahsederken, merak uyandırıcı ama 3-5 cümleyi geçmeyecek şekilde hazırlanmalıdır. Link karmaşası içinde kaybolmuş cümleler yerine derli toplu bir şekilde hazırlanıp, künye içinde asla ikiden fazla link bulundurulmamalıdır. 

5.Adım: Yazının Takip Edilmesi

Güzel bir yazı hazırladık ve pek çok okuyucuya ulaştık. Bundan sonra yapmamız gereken şey, yazımızı sürekli olarak kontrol ederek, sorulan sorulara ve yapılan yorumlara ilgi göstermektir. Unutmayın, misafir yazısı yazmaktaki en büyük amaçlarımızdan birisi, kendi kitlemizin dışındaki insanlara ulaşıp, onlar ile iletişim kurabilmektir. 

Yazımı tamamlamadan önce son bir tavsiyede daha bulunmak istiyorum. Yazdığımız yazıyı kendi okuyucularımız, kendi sitemiz için değil misafir olduğumuz sayfa ve o sayfanın okuyucuları için hazırladığımız baştan sona aklımızdan çıkartmamalıyız. Kullandığımız dil ve üslup  yazının yayınlanacağı site için uygun olmalıdır.

Etkili ve başarılı bir misafir yazmak için önemli bulduğum 5 adımı sizlerle paylaşmaya çalıştım. Kendi geliştirdiğiniz metotları da yorum olarak buradan paylaşabilir, bu listeyi daha da faydalı bir hale getirebilirsiniz. Hepinizi daha fazla misafir yazısı yazmaya, kendi sitenizde misafir yazarlara daha fazla yer vermeye davet ediyorum. Bu konuda size her zaman olumlu bir yaklaşım içinde bulunacak olan Blog Hocam sitesinin yanı sıra, bir kaç ay kadar önce yapmaya başladığım, en başarılı, ödüllü ve yüksek görüntü kalitesine sahip kısa filmleri bir araya getirmeye çalıştığım kisafilmizle.net sitesinde de sizi misafir yazar olarak ağırlamaktan mutluluk duyarım. Yapmanız gereken tek şey, etkileyici bulduğunuz bir kısa film hakkında hazırladığınız yazıyı, postakutusu@kisafilmizle.net mail adresi üzerinden bize göndermek.

Sevgiyle kalın..

Hadis-i şerifin de zamanlaması manidar

Hadis-i şerifin de zamanlaması manidar

Böyle durumlarda yetersizliklerim bir bir ortaya dökülüyor. Bir odada altı çelik kasa görünce düpedüz salaklaşıyorum. Başlıyorum kurmaya: Orada haşarı bir ufaklık varmış, kaçıp kaçıp kasaların içine saklanıyormuş, annesi babası onu ara ara bulamıyorlarmış, çocuk kilidi içeriden... olmaz sanırım. Zaten niye çocuk kilidi... İşte! Aynen bu şekilde sapıtıyorum. Güzel güzel deste yapılıp üzerlerine lastik geçirilip ayakkabı kutularına konmuş milyonlarca lirayı görünce olaydan kopup soğuk kış gecelerinde soba etrafında kurulu bir aile ortamı düşlemeye dalıyorum. Baba-oğul birlikte paraları lastikliyorlar, anne kestane pişiriyor, hiç konuşmuyorlar ama arasıra gözgöze gelip gülümsüyorlar, yalnız paraların hışırtısı, falan... Ama nerede o eski ortamlar... Soba kalmadı ki. Sobalı evde oturmak için mi bütün bunlar? Belki dikkat çekmemek için kaloriferli daireye taşınmadılar. Bak, yine! Görüyor musunuz? Sana ne be adam!

Yine de zannederim kabahat sadece bende değil. "Üretilmiş delillerle gizli saklı operasyon" başlığını okuyunca (Star, 19 Aralık), kasaların sanal, paraların düzmece olduğunu, ayakkabı kutularının hiç varolmayıp çekimden sonra eklendiğini düşünüyor ve azıcık rahatlıyorum ki, şu cümleyle karşılaşıyorum: "Maksatlı operasyonda elde edildiği öne sürülen delillerin de üretilmiş olabileceği iddia edildi." Gözüm kararıyor, elimden bıçağı (öteki elimle) zor alıp yerine koyuyorum (ki bir daha aradığımda bulayım).

Bu "öne süren", "iddia eden" ve hep bize görünmeden olay yerinden uzamayı beceren tiplerle çocukluğumdan beri hesabım var. Radyo-ajans devrinde, "siyasî gözlemciler" diye birileri vardı, bunlar belli ki onların çocuğu, torunu, bişeysi, fakat, ele gelmiyorlar işte.
Derin azaplar içinde kıvranırken umut ve sevinçle yerimden sıçrıyorum. Çünkü nihayet birileri bana her şeyi açıklayacak. Star'ın sitesinin birinci sayfasındaki manşetlerden biri vallahi şöyle: "İşte operasyonun gerçek nedeni". Behemahal tıklıyorum. İçerideki başlık, umut kırılmasından çok kalp çarpıntısı, ruh büzüşmesi yaratıyor: "Yurtdışında büyüme operasyon getirdi." Yağmuru, karı da hep yurtdışından birtakım kütleler getirir ya, onun gibi sanırım. Şöyleymiş: "...Kuzey Irak ve İran'da büyümeyi planlayan Halk Bankası'nın para baronlarını rahatsız ettiği öğrenildi. Edinilen bilgilere göre dünya finans piyasasına yön veren isimler Halk Bankası ve Ziraat Bankası'nın yurt dışı büyüme stratejisinden rahatsız oldu..." Kendi kendime o kadar derin sessizliği nasıl yaratabildim, inanılır gibi değil. Çünkü derin sessizlik için en az iki kişi gerekir. Fakat oldu işte. Para baronlarının cumhuriyet savcıları ve polisler arasındaki örgütlenmesini düşünürken oldu.
Ciddî bir bunalımın eşiğindeyken, farkında olmaksızın, 'yolsuzluk yapanlara şöyle edilsin, böyle edilsin' diye başlayan bir yazıyı okumaya koyulmuşum. Belki "Pornocular" başlığı beni bilinçaltımdan yakalamıştır, bilemiyorum. Okudum okudum... Hakan Albayrak, yazısını "kulaklarımıza küpe etmemiz gereken bir hadis-i şerif" ile bitiriyordu:
"Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah'u Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim de Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse, Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir."
Haydi buyurun! Tam da içinden geçmekte olduğumuz şu nazik dönemde bundan ne anlayacağız? "Operasyona peygamber tokadı" gibi bir şey mi? Kasaların üstüne çarşaf mı atılmalı? Kutular yazlıkların yanına mı kaldırılmalı? Bunları bilmem, şu kesin: Kulağına küpe takacaksan ötesini berisini hesaplayacaksın. Yoksa zamanlaması manidar bişeye dönüşüverirsin; mazallah.




Oğlan yakalandığı için biz de yakalanmış sayıldık…

Oğlan yakalandığı için biz de yakalanmış sayıldık…

Bir CIA ajanıyla bir mütekait deniz piyadesinin maceralarını işleyen Homeland dizisinde, CIA ajanını İstanbul'a tayin etmişler! Hem de istasyon şefi olarak. Flaş! Kanal 24'te bildirdiler. Uzmana da bağlandılar, "Holywood'la CIA zaten kankadır" dedi. Bişeyler planlamasalar, niye dizi kahramanını İstanbul'a göndersinler! Hatırladım ki, tâ kaç sene önceden İstasyon Şefinin Karısı diye film yapıp ilk sinyali o zamandan vermişlerdi. Hem de yapan eşcinseldi. Almandı. Sanırım Yahudi olduğunu gizlemek için Alman kılığına girmişti.
Gelişmeler şöyle: Bağımsız yargı ile hukukun üstünlüğü şafak vakti buluşup destan yazmışlar. Ben başta intihar saldırısı haberi sandım ama galiba birileri sahte Monopoly basmıştı falan, öyle bir şeydi. Hiç anlayamadım çünkü ortamda hayatî bir madde eksikti. Üç-dört saati korku içinde geçirdim. Böyle olacaksa burada yaşamamın ne anlamı vardı? Yeni Zelanda vizesinin şartlarına bakındım. Türkiye'de adalet ile İzlanda'da plaj mevsimini karşılaştırmalı olarak ele alan kitaba göz atıyordum ki, işte! O kelimeleri duydum, milletimizin değerlerinin sapasağlam durduğunu anladım: Demek başsavcı CIA ajanıydı ve MOSSAD'a çalışıyordu. O istasyon şefi olacak herif de daha topraklarımıza ayak basmadan, üç büyük şehirde 35-40 polis müdürünü örgütlemiş olmalıydı.

Akşama, neyse, yetkililer televizyona çıktı: Millete istif edilmiş dolar fotoğrafı dağıtmak hangi ayakkabı kutusuna sığardı! Fakat yani mazallah devlet içinde devlet gibi bişeydiler, cemaat diyemezlerdi, hocaefendiyi seviyorlardı, fakat cemaat de onlara arka çıkarsa artık ne bilsinler… Yurtdışı ayağı… hakikaten, ne ayaktı? Halk Bankası'na akacak petrodolarlar ABD ile İsrail'i rahatsız etmişti. Gezi'de başaramamışlar, şimdi böyle saldırıyorlardı.
Gezi'de Zekeriya Öz'le Turan Çolakkadı'yı ağaca çıkmış kızıl bayrak sallarken gördüğümü hayal meyal hatırlıyordum. Emin olmak için arkadaşımı arayıp sordum. "Deniz gözlükleri takmışlardı, tanıyamadım," dedi. "Ama istersen bende Obama'nın Halk Bankası ATM'sinde görüntüsü var."

Küçük ayakkabıcı dükkanının karşısına mevzilendim. Ayakkabı kutuları turuncuydu. Sahibi kesin MOSSAD'dandı! Kaç defa da önünden geçen Amerikalılar görmüştüm. iPhone uygulaması ile para sayıyorlardı. Uygulamayı indirmek istedim, "Türklere vermiyoruz, sırf CIA ve İsrail için" uyarısı çıktı. Bunun üzerine Bakanoğlu atla gelip onları kılıçtan geçirdi. Esnaf, "Bakanoğlu, Bakanoğlu!" diye sevinçle el çırpıp kurbanlar kesti, namaza durdu. Bakanoğlu, secdeye kapanmış adamlara azıcık ciğer bırakıp gerisini atın terkisine attı, gitti. Atını Fatih Belediyesi'nde toplaşmış Bizanslıların üstüne sürerken, "Sandıkta görüşürüz!" diye haykırdı. Narası Marmaray'ı titretti, ceza yazdılar.


Türk Blogosferinde Başarı İçin 3 Yıllık Gözlemler

Türk Blogosferinde Başarı İçin 3 Yıllık Gözlemler

Blog Hocam’ı açalı neredeyse 3 sene oldu. Bu, benim Türkçe içerikli yazdığım en ciddi ve en uzun soluklu blog deneyimim oldu. Açık söyleyeyim Blog Hocam’ı açtığımda ne Türk blogosferi hakkında bir deneyimim ne de bir blog yazarı arkadaşım vardı. Hedef kitlesi blog yazarları olan bir blog için çok sıkıntılı bir durumdu aama çok şükür kısa sürede üstesinden geldim. Artık yüzlerce blogger arkadaşım ve Türk blog dünyası hakkında ciddi deneyimlerim var. Bunları sizlerle paylaşmak isterim. Belki blog yazmaya yeni başlayanlara ışık tutar.

dersler

Para Kazanmak İçin acele Etmeyin

Blog yazamaya yeni başlayan herkesin aklında az da olsa bir miktar para kazanmak vardır. Bunun için bloglarını açıp  1-2 içerik girdikten sonra genellikle AdSense’e başvururlar. Ancak tahmin edeceğiniz gibi başvuruları kabul edilmez.

Blog yazarak para kazanmanın tek yolu elbette AdSense değil. Affiliate marketing, direkt reklamlar, advertorial içerik yayınlamak gibi pek çok yöntem mevcut ama yönteminiz ne olursa olsun para kazanmak için acele etmemelisiniz, kazanamazsınız.

Örneğin ben Blog Hocam’ı ilk açtığımda  hiçbir reklam teklifini kabul etmemiş, hiçbir para kazanma yöntemine başvurmamıştım. Çünkü blogu sağlam temellere oturtmadan gelecek 50-60 lira kaynedeceklerimin yanında hiçbir şeydi. Zamanımı ve gücümü içerik oluşturmaya, blogumu geliştirmeye harcadım. Devamı kendiliğinden geldi zaten. Reklam, sponsorluk ve iş ortaklığı teklifleri ardı ardına gelmeye başladı. Bu tekliflerin çok küçük bir kısmını değerlendirmeme rağmen Blog Hocam her ay bir asgari ücret kadar kazandırıyor diyebilirim.

Sevdiğiniz Şey Hakkında Blog Yazın

Google’da en çok aranan ve bana en çok sorulardan biridir “hangi konuda blog yazmalıyım?” sorusu. Affiliate marketing yapacakları bir kenara bırakırsak benim gibi yazmayı ve paylaşmayı seven, bu işi keyif için yapaccak kişiler bu sorunun cevabını kendileri vermelidir.

Bundan yaklaşık 3 yıl önce yani kafamda Blog Hocam fikri yokken ama içimdeki blog yazma isteğine karşı koyamazken  “ne yazsam” diye ben de düşündüm. Daha önce bahsettiğim huni yöntemi sayresinde “blog yazarlığı“ hakkında yazmaya karar verdim ve bir kez daha gördüm ki huni yöntemi gerçekten işe yarıyormuş.

Bildiğiniz, ilgi duyduğunuz, sevdiğiniz bir konuda blog yazmanın sayısız faydası var. Herşeyden önce yazarken keyif alaıyorsunuz, yazı konularını araştırırken yeni şeyler öğreniyorsunuz, kolay kolay tükenmişlik hissi yaşamıyorsunuz ve en önemlisi o konudaki kanaat önderlerinden biri haline gelebiliyorsunuz.

Sosyal Medya Hesaplarınızı Aktif Bir Şekilde Kullanın

İstatistikleri tam olarak bilmiyorum ama Türkiye’de ki Facebook ve Twier kullanımının çoğu ülkenin üstünde olduğuna eminim. Blog Hocam’ı kurduğumda sosyal medya platformlarında da hesap açmış fakat uzun süre aktif olarak kullanmamıştım. Türk internet kullanıcısının bu kadar Twitterkolik veya Facebookkolik oladuğunu tahmin etmemiştim. Çünkü ben öyle değildim :) Zamanla anladım ki sosyal meyda ciddi ciddi yatırım yapılması gereken bir mecraymış.

Türkiye’de BH dahil hemen her blogun trafik kaynaklarında, tanıtım  ve iletişim kanallarında sosyal medya ilk 3’te yer alıyor. Bu ne demek? Blogunuzun daha çok okunmasını, daha fazla kişiye ulaşmasını, okuyucuyla daha kolay iletişim kurulmasını sağlaması açısından sosyal medya eşsiz br platfom. Özellikle Türkiye’de.

Günümüzde sosyal medyaya fazlasıyla önem vermeli, oralara özel içerik üretmeli, kısacası sosyal medyaya yatırım yapmalısınız.

Konu Dışına Çıkmayın

Türk blogosferinde en zor şeylerden biri sadık, düzenli olarak  blogu ziyaret eden, yorumlarla katkıda bulunan bir okuyucu kitlesi oluşturmak. Bunun temel sebebi ise belli bir konuda yoğunlşamamak yani niş olamamak. Türk blogcusunun diğer ülkelerin blogcularından en büyük farkı da bu. Bizim için önemli olan şey hit. Gelsin de nasıl gelirse gelsin, kim gelirse gelsin mantığındayız. Yabancılar ise sadece yazdığı konuyla ilgili kişilerin gelmesini ister. Çünkü bilir ki bir komünite, bir okuyucu kitlesi oluşturmanın en önemli yolu budur. Bu yüzden belli bir konuya odaklanır ve o konuda yazarlar. Sırf hit getirecek diye konu dışına çıkmazlar.

Bence Türk internet kullanıcısı ve Türk blog okuyucusunun böyle niş bloglara ihtiyacı var. Yazdığa konuya bağlı, tutarlı bloglara gösterilen ilgi artıyor ve artacak da. Dikkat ederseniz o tür blogların sadık bir okuyucu kitlesi olduğunu, yorum bölümünde çok güzel diyalogların geçtiğini görürsünüz. Böyle bir blog sahibi olmak istersiniz öyle değil mi? O halde kendinize bir konu belireyin ve tabiri caizse o konuya yapışın.

Okuyucularla İletişim Kurun

Bir kişiye bloga bağlamanın çeşitli yolları var. Bunların başında blogun tasarımı, içeriğin kalitesi, ve yazarın tonunu sayabiliriz. Fakat biz Türkler sıcak kanlı ve duygusal bir toplumuz. Birbirimizle bağ kurmak için somut şeylerden çok duygulara ihtiyacımız var.

Blogunuzu ziyaret edenlerle iletişim kurmak, onların yorumlarını ve fikirlerini önemsemek, sorularını samimi bir şekilde cevaplamak onları blogunuza bağlayacak, hatta onlar sayesinde yeni okuyucular kazanmanızı sağlayacaktır. Dolayısıyla her platormda onlarla iletişim halinde olun, onları önemsediğinizi hissettirin.

Her Zaman En İyi İçeriği Sunun

Bloglar, dijital dünyada insanların içerik ihtiyacını karşılayan en önemli mecralardır. Dolayısıyla aslında içeriğiniz kadar kaliteli bir blogsunuzdur. Göreviniz belli; iyi içerik üretmek.

Yazdığınız konuda yüzlerce blog, binlerce içerik olabilir. İnsanların sizi tercih etmeleri için daha iyi  ve fark yaratacak içerikler üretmelisiniz. Blog dünyasında ayakta kalmanın temel şartlarından biridir kaliteli içerik.

Devamlılık ve güncellik blog yazarlığında çok önemli kavramlardır ama sırf blogunuzu güncel tutmak için özensiz ve nispeten kalitesiz içerik üretmek okuyucunun tepkisine yol açabilir. Bunu bizzat yaşadım ve dersimi aldım. Haftada 3 yazı düzenine bağlı kalmak adına zaman zaman BH standartlarının altında kalitede içerikler ürettim ve misafir yazılar yayınladım. Okuyucu bu duruma hemen tepki gösterdi ve beni geri adım attırmak zorunda bıraktı.

Sizlere dee tavsiyem sadık okuyucularınıza değer verin ve onlara hakketiği içerikleri oluşturun. Beklentileri ve ihtyaçları karşılayan içerikler üreterek standartlarınızı koruyun.

 

Söz Sizde

3 yıllık Blog Hocam serüvenimde Türk blog dünyasına dair gözlemlerim ve deneyimlerin sonucunda verebileceğim temel tavsiyeler bunlardı. Kişisel deneyim ve görüşlerim olduğu için sizin de blog dünyasında gözlemlediğiniz, blog yazmaya yeni başlayacaklara ışık tutacağını düşündüğünüz şeyleri okumak isterim. Sonuçta her blog ayrı bir maceradır…

Seni sevemedik Hakan

Futbol düşkünü olanlarımız onun yüzünden senelerce çelişkiler içerisinde kıvrandı. Gelmiş geçmiş en işlevli futbolculardan biriydi, ama kimse ona gönül rahatlığıyla "büyük futbolcu" diyemedi.


Skoruna bakarsanız en büyük golcülerden biri, ama kimse onun için gönül rahatlığıyla "golcü" diyemez. Oyun tarzıyla, yeni bir santrfor tipi vücuda getirdi ve ondan sonra herkes onun bir benzerini aramaya, sanki bu tür bir santrfor olmadan takım kurulamazmış gibi davranmaya başladı.

Hele top rakibin sahasındayken elinde bir Hakan Şükür olması için dualar etmeyecek teknik direktör yoktu sanırım. Bu kadar başarılı bir futbolcu, hele futbolu bıraktıktan sonra, genellikle sıcak tebessümlerle, özlem ifadeleriyle, sevgiyle anılır.
Hakan'la ilgili hissiyatımızın tamamen aksine, soğuk, karışık, tekinsiz oluşunun altında pek basit ama büyük bir hakikat yatıyor: Onu bir türlü sevemedik. Onun sayesinde sevindiğimiz anda bile onu kucaklamak istemedik. Galatasaraylıların çoğu da hep karışık duygular içinde oldu. Kendilerine dünyanın maçını kazandırmış adamı "Şaban" diye aşağılayan snop taraftarların küstahlığından sözetmiyorum; Hakan Şükür asla bir "halk kahramanı" olamadı. Sevilememesinin altında yatan en büyük sebeplerden biri, nasıl oluyor bilinmez, yüzüne hep yansıyan bir hesaplılık, içten pazarlıklılık ifadesidir sanırım. Bakınca güvenemiyorsunuz. Temele doğru bir kademe daha iniyorum: Çünkü onu tanıyamıyorsunuz. Nasıl bir insandır, anlayamıyorsunuz.
Takım elbiseli siyasete girdiğinde çok şaşırmış, acaba hangi konuda ne tavır alacak diye merak etmiştim. Açıklık bu tür insanlara göre değildir. O da kapalı kutu olarak kaldı nitekim. Aldığı tek tavır, memleketin herhangi bir sorununa dair değil, mensubu bulunduğu hareketin çıkarlarına ilişkin oldu: "vefasızlığa" tepki göstererek (dershane kavgasında) partiden ayrıldı.
İstifa gerekçesini açıklarken, "siyasete bağımsız devam edeceğini" söyledi. Televole'nin başlangıç dönemlerindeki yavanlıkları saymazsak, bunu Hakan Şükür'ün yaptığı ilk espri kabul etmeliyiz. Hangi "siyaset" ve pardon da ne bakımdan "bağımsız"?
Muhterem, "Bu karardan sonra şahsıma yönelik bir kısım karalama kampanyalarının da başlayacağını biliyorum," buyurmuş. "Sporculuk hayatımdan beri, benzerlerini defalarca yaşadığım bu duruma alışkınım." Peki de, neden yaşadın? Evet, elini vicdanına koyan herkes söyler, bazen haksızca ve kötü niyetli saldırılara uğradın. Ama bazen. Gerisi?
Futbol başarın tarihe yazıldı; tamamdır. Fakat artık "takım" yok, içinde bulunduğun hareket takım değil, sen de oranın santrforu değilsin. Sahiden "bağımsız" bir yetişkin gibi davranma vakti geldi. "Onca yırtındım, bunca gol attım, beni niye sevemediler?" diye düşünmekle başlayabilirsin belki.



Bir şey deyince bir şey dediğinden emin olmak

2013 biterken, sanırım sanal âlemin kaç-binlerce blog'çusu arasına katılacağım. İnternette özellikle merakın yönlendirdiği araştırma gezileri yapıyorsanız ve her şeyi arkadaşlarınızla paylaşmayı seven biriyseniz, "yahu şunu o da görseydi" krizlerinden kaçınamıyorsunuz.


Blog "şşş, baksana" demenin güzel bir aracı. Hem siz kimseyi dürtmeden, o istediği zaman dürtülebiliyor. Bunu bilmek rahatlatıcı.

Ayrıca bugün, hiç tanımadığınız bilmediğiniz birileriyle frekans tutturup sohbet etme, karşılıklı birbirinizi doyurma şansı var. İnternetin en sevdiğim yanı bu: Beklenmedik dostluklar ve beklenmedik dayanışma eylemleri. Kimbilir şimdiye kadar hiç tanımadığım kaç kişinin yardımıyla ne çok teknik sorun çözdüm. Karşılığı da oldu, dünyanın öbür ucundaki insanlara yardımım dokundu. Blog'çuluk bu dostluk-dayanışma dünyasına yaklaştırabilir insanı.

Başka bir mevzu, medya eleştirisi yazıları arşiviydi, başka yazılardı, filmlerdi, derken, beş-altı ayrı siteyi yapıp yürütmek durumunda kalmam. Siteleri yaparken de çok uğraşıyorsunuz ama esas zorluk yenilemek, devamlı birşeyler eklemekte. Gereken hızda yenilemediğinizde de site mazallah hurdacıya düşebiliyor bu devirde. Blog'ta işler daha kolay.

Burada gündelik siyasetten olabildiğince uzakta, daha kalıcı, insan hayatı için daha elzem konularla uğraşmaya niyetim var. Açıkçası, ille durmadan yeni birşeyler yazayım, koyayım diye uğraşmayacağım. Maalesef internetli dünyanın en vahim meselelerinden biri, "konuşuyon da ne konuşuyon!" meselesi. Günümüzün sıkı müzisyenlerinden -çünkü sadece müzisyen değil (bakın ne kışkırtıcı mevzu!)- Dave Matthews, pek güzel hazırlanmış belgesel Before the Music Dies'da "gençlere tavsiyeler" gibi bir kısımda şöyle diyordu: "Bir şey söylediğinizde bir şey söylediğinizden emin olun." Genç değilim ama bu tavsiyeye kulak vermemem için sebep yok. (Dijitürk'ü olanlar, 7. kanaldan çıkan Sundance Channel'da bu belgesele rastgelebilirler. Zaman zaman tekrar gösteriliyor. Rastgelip de izlemeyene büyük ceza puanı yazılır! Büyük bir nimet olan Sundance Channel hakkında bir ara daha uzun konuşuruz.

[ EK / 26.05.2014 / 02:12 • Dijitürk'te artık Sundance Channel yok. Az sayıda insana göre, zevkli, güzel bir şeydi, kaldırdılar. ]
Google Ve Arama Sorguları Vol 3

Google Ve Arama Sorguları Vol 3

Google Analytics’e girip metrikleri incelerken Goolge’dan gelen aramalarla gelen aramalarla ilgili uzun zamandır yazmadığımı hatırladım ve hemen son 1 ay içerisinde Blog Hocam’a trafik gönderen anahtar kelimelerin listesini açtım. Yine trajikomik ve ilginç birçok anahtar kelimeyle karşılaştım.

Bu garip sorgularla aradıkları şeyi Blog Hocam’da bulmaları mümkün değil elbette ama onlara bu yazı vasıtasıyla cevap vermeye çalışayım :)

sorgu

 

yazılı kağıdına fazla not verdim: Hocam geçti artık notu verdiniz bir kere. Bırakın öğrenciniz sevinsin. Şimdi notunu düşürürseniz yaşayacağı hayal kırıklığı size kin ve nefret olarak geri dönebilir. Hiç gerek yok.

 

özbekçe merhaba nasıl yazılır: Almanca “hallo”  ingilizce “hello” diye yazıldığını söyleyebilirim ama özbekçem yok, üzgünüm.

 

ölüm nasıl adlandırılır: Ölüm dediğin nedir gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım… Soru mu bu arkadaşım. Ölüm işte, hepimizin yaşayacağı bir olay.

 

organik trafik satın almak: Aslında bu sorgu Blog Hocam’la ilgili ama bir çeşilkiyi gündeme getirmek için listeye ekledim.  Organik trafik satan veya satın alan insanlar var bu Web piyasasında. Onlara sormak istiyorum “ organik ne demek?” Trafiği satın alırsan o zaten organik olmaz ki. Bırakın bu işleri lütfen!

 

mp3 ile ilgili sloganlar: Mp3 indirme hakkımız engellenemez… Yaşasın müzikal mücadelemiz… MP3 olunmaz, MP3 doğulur… Bize her yer MP3… Yeterli mi?

 

lego kutu oyunlarının yararları: Çocukken çok oynardım, sonuç ortada :) Şaka bir yana yeğenime bol bol alıyorum lego oyuncaklar. elbette uzman ve bilgili eğilim ama çocuğun yaratıcılığını ve zekasını geliştirir gibi geliyor bana. Etabletlerle oynayacaüğına legolarla oynamasını tercih ederim.

 

kızlarla eşyaların benzerlikleri: Daha önce kızlarla blogların benzerliklerini yazmıştım ama eşyalarla kızlar arasında nasıl bir benzerlik olabilir ki? İkisi de çok kullaınrsan eskir? İkisinin de kalitelisine çok para harcamak gerekir? Çok çirkinleştim, farkındayım. Sustum!

 

kimseyi gözünüzde fazla büyütmeyin: Bence de. Kimseyi gözünde büyütüyüp ulaşılmaz olarak görme. Onlar da etten kemikten insan. Gözünde büyütme ama yerme veya kötüme de lütfen. Takdir et, örnek al. Sezar’ın hakkı Sezar’a’!

 

kendime yeni tip yapmak istiyorum: Hayırdır arkadaşım tipinden neden memnun değilsin? Daha da önemlisi Google’da bu aramayı yaparak nasıl bir yanıt bulmayı umuyordun? Düşünsenize böyle bir aplikasyon oldupuğunu. Fotoğrafını gönderiyorsun, bilgilerini yazıyorsun, aplikasyon sana en uygun tipi oluşturrup öneride bulunuyor. Çok yaratıcı değl mi? Girişimci arkadaşlara duyurulur :)

 

kaynak robotu ayarı neden bozulur: ODTÜ gibi teknik eğitim en iyi verildiği okullardan birinde okudum, seçmeli olarak kaynak dersi de aldıım ama teoriyi pratiğe dökmeyince böyle kalırsın işte. Kaynak cihazlarını bilemiyorum ustam. Kaynak hatalarının kalite kontrolü üzrine eğitim aldık. Üzgünüm :(

 

höst nedir: İnsanlık dışı, rahatsız edici davranışlarda bulunan kişilere tepki olarak söylenen bir nida olabilir. Çüşşş, bbbrrrrssssst gibi alternatifleri de vardır.

 

google kapanacak mı yarın: Yok vallahi öyle bir duyum gelmedi bize. Şaka bir yana bir ara böyle bir söylenti çıkmış sanırım. “Google kapanırsa ne yapacağız?” gibi benzer arma sorgularına da rastladım çünkü. Endişelenmeyin, hergün milyonlarca dolar para akışının olduğu bir şirket kolay kolay kapanmaz.

 

bedava blog açtığımızda herhangi bir ücret veriyor muyuz: Bu ne saçma bir soru? Bedava bir şeye para verildiği nerede görülmüş? Adı üstünde bedava. Parar verilse bedava denmezdi öyle değil mi?

 

adsense kullanmak helal mi: Diyanet işleri onay verdi, kullanabilirsiniz.

 

Şunu belirtmek isterim ki niyetim kimseyi kırmak veya rencide etmek değil. Sadece biraz eğlenmek için yazıyorum bunları. Birilerini kırdıysam affola. Bu arada daha önce okuma fırsatı bulmadıysanız Google Arama Soruları Vol 1  ve Vol 2’yi de okuyabilrsiniz.

Söz Sizde

Siz de Analytics hesabınıza girerek son 1 aylık arama sorgularını kontrol edin ve blogunuzla hiç alakası olmayan trajikomik ya da ilginç bulduğunuz anahtar kelimeleri yorum bölümünden yazın lütfen! (Gelen arama sorguglarını nasıl göreceğinizi bilmiyorsunuz bu yazıyı okuyabilirsiniz.)

© 2015 MakaleDostu, Tüm hakları saklıdır.

Ping your blog, website, or RSS feed for Free
Back To Top