Güncel Bilgilerin Bulunduğu Mini Blog

Blounuzun Gelişip Gelişmediğini Gösteren 6 İşaret

“Blogum ne durumda? İyi yolda mıyım?” gibi sorularla çok çok muhattap oluyorum. Bu sorulara cevap vermek ok zor. Çünkü cevap her bblog için ...

Android için WhatsApp'a 100 yıllık özellik geldi!

Android için WhatsApp'a 100 yıllık özellik geldi! WhatsApp bu güncelleme ile 100 yıllık bir özellik sunuyor. Popüler mesajlaşma uygulama...

Mali Müşavirlik & Muhasebe Blogu

Limited, anonim veya şahış farketmez, şirket kuruluş işlemleri gerçekten şirket kuracak kişilerin yapacağı işler değil. Noteriydi, vergi dai...

Daha Fazla Retweet Almanın Yolları

Blog Hocam’ın Twitter hesabını takip edenler çok aktif olmadığımı bilirler. Kişisel bir hesabım olmadığı için Twitter’a mobil cihazlardan d...
Belfie Nedir ?

Belfie Nedir ?

Sosyal medyanın en popüler akımlarından biri olan Selfie’ye bir akımı daha katılırken insanların en büyük merak konusu ise Belfie akımının n...

HTC One M8 Mini telefonda çift kamera yok!

Tayvan menşeili akıllı telefon üreticisi HTC’nin, geçtiğimiz ay büyük umutlarla tanıtımını yaptığı amiral gemisi modeli, One M8′in ardından Mini versiyonunu da üreteceği söylentileri gelmişti. Bugün HTC One M8 mini olduğu söylenen bir cihazın görüntüsü yayınlandı.


Çinli microblog platformu Weibo üzerinden yayınlanan bir görüntüde gördüğünüz gibi, cihaz üzerinde koruyucu bir kılıf var ve orijinaline çok benziyor. Ancak iki cihaz arasındaki önemli farkın ise HTC M8′de bulunan Duo kamera, One M8 mini’de bulunmuyor olması. Daha önceki söylentilerde Mini modelinin (HTC’nin UltraPixel teknoloji olmadan) 13MP arka kamera ile geleceği söyleniyordu. Diğer özelliklere bakıldığında One M8 mini’de 4.5 inç 720p ekran, dört çekirdekli 1.4GHz Snapdragon 400 işlemci, 1GB RAM ve 16GB dahili hafıza olması bekleniyor.Ayrıca Sense 6.0 arayüzü ile gelmesi beklenen cihazda, Android 4.4 KitKat sürümü bulunuyor.


1398875260 img20140430175842 300x300


Bu görüntünün gerçekten HTC One M8 mini’ye ait olduğunu gösteren bir kanıt yok ancak, One M8′de resmi olarak duyurulmadan önce aynı görüntülerle gündeme gelmiş ve cihazda olacağı söylenen çift kamera iddiaları doğru çıkmıştı. HTC One M8 gibi, M8 mini muhtemelen birçok pazarda satışa çıkacaktır. Cihaz hakkında gelişmeler yaşandıkça sizlere aktarmaya devam edeceğiz.



HTC One M8 Mini telefonda çift kamera yok!

iPhone 6'dan ne bekliyoruz?

Apple’ın yeni amiral gemisi iPhone 6 bu yılın merakla beklenen akıllı telefonlarından biri. Aslında iOS platformunun tek akıllı telefon modeli olan iPhone’ların yeni modelleri her yıl merakla bekleniyor. Pazarlama şirketi J. D. Power tarafından düzenlenen yeni araştırma, iPhone severlerin Apple’ın yeni telefonu iPhone 6′dan neler beklediğini ortaya çıkardı.


Araştırma J.D. Power ve Associates, kullanıcıların Apple‘ın yeni amiral gemisi akıllı telefonu iPhone 6‘dan neler beklediğini belirlemek için yeni bir araştırma düzenledi. J.D. Power, araştırma çerçevesinde 13.237 akıllı telefon kullanıcısına oldukça detaylı sorular sordu.



 


Akıllı telefon kullanıcılarının yüzde 36′sının cevabı mükemmel bir sesli kontrol özelliği olurken, yüzde 35′i ise çevredeki ısı, ışık ve ses gibi faktörleri ölçerek ayarları çevreye göre değiştirebilecek sensörler istediğini söyledi. Kullanıcıların yüzde 28′i ise biyometrik güvenlik ve yüz tanıma özelliği oldu. Ayrıca birçok kullanıcıya göre iPhone 6′nın fiyatının düşürülmesi gerekiyor. Yüksek fiyat kullanıcılar için iPhone almama sebebi olarak belirtilmiş.


 


 



iPhone 6'dan ne bekliyoruz?
Blounuzun Gelişip Gelişmediğini Gösteren 6 İşaret

Blounuzun Gelişip Gelişmediğini Gösteren 6 İşaret

“Blogum ne durumda? İyi yolda mıyım?” gibi sorularla çok çok muhattap oluyorum. Bu sorulara cevap vermek ok zor. Çünkü cevap her bblog için farklıdır ve bu cevabı verecek olan tek kişi o blogun sahibidir.

Aşağıda blogunuzun gelişip gelişmediğini ölçümlyeceğiniz bazı verilerden ve bu verilere nasıl ulaşabileceğinizden bahsettim. Böyece herkes blogunun bir önceki aya ve bir önceki yıla göre ne durumda olduğunu, gelişm gösterip göstermediğini ölçümleyebilir.

gelişim
Blogunuzun gelişip gelişmediğini gösteren 6 işaret:

 

1. Inbound Linkler

 

Blogunua verilen linkler arama sonuçlarındaki sralamanız açısından çok önemli olduğu gibi blogunuzun gelişip gelişmediği konusunda da size bazı fikirler verebilecek bir veridir. Düz mantık kurarsak blogunuzu veya yazılarınızı beğenen insnlar, kendi bloglarında sizden bahseder veya bir şekilde size link verirler. Bunlara inbound link denirr ki bu şekilde başkalarının sizden bahsetmesiyle kazanılan linkler blogunuzun geliştiğine, popüülerleştiğine bir işrettir.

Kazandığınız veya kaybettiğiniz linkleri kolayca görüp karşılaştırma yapabileceğiniz Ahrefs ve MajesticSEO gibi araçlar var ama bunlar kazandığınız linklerin yanı sıra bizzat inşa ettiğiniz linkleri de gösterdiğinden sağlıklı sonuç vermeyecektir. Dolayısıyla manuel yöntemleri denemenizi öneririm.

Manuel yöntemlerin başında ise Google Web Yöneticisi Araçları geliyor. Google Web Yöneticisi Araçlarında oturum açtıktan sonra blogunuzu seçip soldaki menüden Arama trafiği > Sitenize bağlantılar bölümünden blogunuza gelen linkleri görebilirsiniz. Bu bölümü zaman zaman inceleyerek gelen link sayısında artış olup olmadığını öğrenebilirsiniz.

 

2. Yeni Kullanıcılar/Oturumlar

 

Google Analytics kısa bir süre önce veri isimlerinde değişikliğe giderek ziyaret yerine Oturum, ziyaretçi yerine ise kullanıcı kelimesini kullanmaya başladı. Blogunuzun gelişmiyle doğrudan ilgili olan yeni ziyaret ve ziyaretçilere Google Analytics’den bakacağımız için bu isimleri kullanmayı tercih ettim.

Blogunuz gelişiyorsa sosyal medyada, diğer bloglarda, forumlarda hatta arkadaş sohbetlerinde sizden bahsediliyordur. Bu da popülerliğinizin ve tanınırlığınızın arttığı anlamına geliyor. Yani blogunuza yapılan yeni ziyaretler ve ziyaretçiler artacaktır. Google analytics’den yeni oturum ve kullanıcı sayılarını önceki tarihlerle kıyaslayarak blogunuzun gelişiğ gelişmediği konusunda fikir sahibi olabilirsiniz.

Google Analytics’de yeni kullanıcı ve oturum sverilerini görmek için sırasıyla şu adımları izleyebilirsiniz:

- Soldaki menüden Kitle > Genel bakış bölümünü açın
- Ortadaki Genel bakış yazan yerin altından metrik olarak Oturum veya Kullanıcıları seçin
- Sağ üst taraftaki tarih bölümünden Şununla karşılaştır kutucuğunu işaretleyip Önceki dönemi seçin ve uygula deyin
- Gelen grarfikte mavi renkli çubuk son dönemi, turuncu renkli çubuk bir önceki dönemin verilerini gösterir.

 

Bu grafikten gün gün değişimleri karşılştırabileceğiniz gibi grafiğin altındaki tabloladan kullanıcı ve oturum sayısındaki toplam değişimin ne yönede olduğunu da görebilirsiniz. %10 artmış ve %5 azalmış gibi…

3. Abone Sayısı

İnsanlar blogları düzenli takip etmek ve yeni yazıları kaçırmamak için abone olurlar. Bloglara abone olmanın çeşitli yolları olmakla birlikte bunlar arasında en yagınları RSS beslemeleri ve e-posta aboneliğidir. Bunların dışında Google Friend Connect, Bloglovin gibi yöntemler de kullanılsa RSS verilerini ölçümleyebildiğimiz için onlardan bahsedeceğim.

Yazılarınız beğenildikçe insanlar sonraki yazılarınızı merak edecek ve kaçırmamak için yukarıda bahsettiğim abonelik yöntemlerinden birini tercih edeceklerdir. Yani blogunuzun abone sayısı ile gelişim seviyesi doğru orantılıdır.

RSS abonelerinizdeki değişimi görmek için Feedburner aracını kullanıyor olmanız gerekir. İnsanları Feedburner aracılığıyla RSS beslemelerinize abone yaptıktan sonra FeedBurner hesabınıza girip Feed Stats > Subscribers bölümünden tüm günlerdeki abone sayısını görebilir ve artış mı azalış mı olduğunu kontrol edebilirsiniz.

4. Yorumlar

Yazılarınıza yapılan yorumların blogunuzun kalitesiyle, iyiliğiyle, kötülüğüyle hiç bir ilgisi yoktur aslında. Zira günlük binlerce ziyaretçisi bulunan, ödüllü ama yazılarına 1-2 yorum zor alan çok iyi bloglar var takip ettiğim. “Peki listeye neden koydun?” diye sorabilirsiniz. Yorumlar blogunuzun değil ama yazı tonunuzun, iletişim becerinizin ve etkileşim oranınızın geliştiğine bir işaret olabilir.

İnsanlar hangi bloglara yorum yazar? Kendimden örnek vermem gerekirse öncelikle iletişim içinde olduğum, samimiyetine inandığım arkadaşlarımın yazılarına destek verici yorumlar yazdığımı söyleyebilirim. Bunun dışına hiç tanımamama rağmen yazısını takdire değer bulduğum kişilere tebrik ve teşekkür mahiyetinde yorumlar yazıyorum. Üçüncü olarak da ilgi alanımda yazılmış ve tartımaya açık yazılara fikrimi belirten yorumlar yazıyorum.

Kısacası blog yazılarınıza yapılan yorumların artması, insanlara “dokunabildiğinizin” bir işaretidir ve bu da bir blog yazarı olarak geliştiğinizi gösterir bence.

5. Sosyal Paylaşımlar

Sosyal paylaşımlardan kastım yazılarınızın veya blogunuzun sosyal ağlarda paylaşılması. Sosyal paylaşımlar için söyleyeceklerim de 1. maddede inbound linkler ile ilgili söylediklerimden çok da farklı değil aslında. İnsanlar yazılarınızı beğenip faydalı buldukça, sosyal medya hesaplarında faydalı bulurlar ki bu da blogunuzu geliştirdiğinizin bir işaretidir.

Sosyal medyadaki görünürlüğün kolayca ölçülmesini sağlayan profesyonel araçlar var fakat bunlar ajasnslar için piyasaya sürülmüş ücretli araçlar oldukları için size tanıtmayacağım. Onların yerine sosyal medya paylaşımlarını ölçebileceğiniz öanuel yöntemlerden bshsedeceğim.

Öncelikle blog yazılarınızın altına ekleyebileceğiniz ve sosyal ağlardaki paylaşım sayılarını da gösteren sosyal paylaşım eklentilerini önereceğim. Bu eklentilerdi eklediğinizde insanların yzılarınızı sosyal ağlara paylaşmasını kolaylaştıracağınız gibi hangi sosyal ağda kaç kez paylaşıldığını görebilirsiniz.

İLinci olarak ise SharedCount isimli ücretsiz bir araçtan bahsedeceğim. Bu aracın adres satırını her hangi bir yazınızın URLsini yapıştırıp analiz ettiğinizde Facebook, Twitter, Google+, Pinterest, LinkedIn gibi ağlarda kaç kez paylaşıldığını kolayca görebilirsiniz.

6. Hedefler

Yukarıda ki 5 madde tartışmaya açık maddeler. Hatta bazı durumlarda hiç bir şey ifade etmeyebilir o veriler. Fakat bizzat sizin koyduğunuz hedefler ve belirlediğiniz süre içinde bu hedeflere ne kadar yaklaştığınız, bu konun özeti ve en önemli maddesidir.

Geçmşite blogların başarısının nasıl ölçüleceği ile ilgili kısa bir yazı yazmıştım. Orada daüzerinde durduğum bir fikir vardı. Başarı görecelidir ve kişiden kişiye değişir.Hedeflerinizi gerçekleştirdiğiniz kadar başarılısınız!

Bu fikrimin arkasındayım ve blogunuzun gösterdiği gelişimin de en iyi hedeflerinize ne kadar ulaştığınızla ölçülebileceini düşünüyorum.

Blogunuzu oluşturduğunuz ilk gün “sıfır” noktasındasınız. İşte o gün kendinize belli periyolar için bazı hedefler koyarsınız. Örneğin ilk 1 ayda 10 yazı yayınlamak, ilk 1 haftada günlük ziyaretçi sayısını 20’ye çıkarmak… gibi. Günü geldiğinde ise hedeflerinize bakar ve ne kadarını gerçekleştiriğinizi kontrol edersiniz. Eğer hedefinize ulsştıysanız başarılısınızdır ve büyük gelişim göstermişsinizdir. Eğer ziyaretçi sayınızı 20 hedefleyip 5’te kaldıysanız çok az bir gelişim göstermşsinizdir.

Başlangıçta elinizde hiç bir veri olmadığı için hedef belirlmek zordur. Fakat blogunuz birkaç ay yayında kalıp elinize bazı veriler geçtikten sonra hem hedef belirlemek hem de blogunuzun gelişip gelişmediğini ölçmek çok daha kolay olacaktır.

 

Konuyla ilgili fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim. Hepinize iyi bloglar dilerim!

HP'den Android işletim sistemli dizüstü bilgisayar

Tablet ve dizüstü bilgisayar deneyimini bir arada sunan melez cihazlarını Slatebook serisi altında tüketicilerle buluşturan HP, Android işletim sistemini bu defa tamamen dizüstü bir bilgisayara taşıyor. 14-inç büyüklüğünde ekrana olan ve HP Slatebook 14 olarak isimlendirilen Android tabanlı dizüstü bilgisayara ait görüntüler ve teknik özellikler notebookitalia sitesi tarafından yayınlandı.


Sızan görsellerde sarı ve siyah renklerin yer aldığı bir model karşımıza çıkıyor. HP’nin diğer renkler üzerinde çalışıp çalışmadığı bilinmiyor ancak siyah ve sarı rengin oluşturduğu kombinasyon birçok kesim tarafından beğenilecektir.


1398699359 hpslatebook148beats 300x168


 


HP Slatebook modelinde 14-inç büyüklüğünde 1.920 x 1.080p çözünürlüklü ekran yer alıyor. Dizüstü bilgisayarın işlemcisini ise NVIDIA cephesinden bir çözüm oluşturacak. Bunun dört çekirdekli Tegra 4 ya da Tegra K1 olması bekleniyor. HD ekranlı daha ucuz modelinin de oluşturulacağı tahmin edilen bilgisayar modelinde Android 4.2 Jelly Bean iletim sistemi  yer alıyor. 2GB RAM, 16GB dahili depolama, artırılabilir hafıza, Beats Audio ses teknolojisi, SIM kart yuvası, Bluetooth 4.0, üç USB portu ve bir HDMI girişi Slatebook 14 modelinde öne çıkan diğer özellikler şeklinde sıralanıyor.



HP'den Android işletim sistemli dizüstü bilgisayar

Internet Explorer'da Beklenmedik Bir Açık !

internet explorer


 


Dünyanın en fazla kullanılan web tarayıcılarından(browser) biri olan Internet Explorer’da sıfırıncı gün açığı bulundu. Söz konusu açığın Internet Explorer 6, 7, 8, 9, 10 ve hatta 11′inci sürümleri dahi etkilediğini belirten Microsoft, açığı kapatmak için yeni bir güncelleştirmeyi en kısa sürede yayınlayacaklarını; ancak bu süre zarfında kullanıcıların dikkatli olmaları konusunda uyarıda bulundu.


Dijikolog.com’un haberine göre açığı kullanan hacker’lar mail veya anlık mesajlaşma uygulamaları sayesinde bu yolla kullanıcılara ilk önce  dosya gönderiyor. Eğer kullanıcılar yönetici hesabıyla Windows’a giriş yaptıysa ve söz konusu dosyayı çalıştırdıysa hacker’lar bilgisayarın ana kontrolünü ele geçirebiliyor vedilediklerini yapabiliyorlar. Microsoft’tan yapılan açıklamada bu sayede hacker’lar bilgisayara program yükleyebiliyor, dosyaları silebiliyor. Yani bir kullanıcının bilgisayarında yapabildiği her şeyi yapma şansına sahip oluyor.


Elbette hacker’lar gönderdikleri dosyaları zorla kullanıcıya görüntületemiyor; bunun için kullanıcının bilinçli olarak dosyayı açması gerekiyor.


Bu anlamda kullanıcıların bilmedikleri kaynaktan dosya transferi yaparken çok dikkatli davranmalarında sonsuz fayda var lütfen sizde indirdiğiniz dosyayı önce virüs taratmasıdan geçirin ve güvenmediğiniz sitelerden ne bilgi ne de dosya alın . 



Internet Explorer'da Beklenmedik Bir Açık !
Android için WhatsApp'a 100 yıllık özellik geldi!

Android için WhatsApp'a 100 yıllık özellik geldi!

Android için WhatsApp'a 100 yıllık özellik geldi!


WhatsApp bu güncelleme ile 100 yıllık bir özellik sunuyor.


Popüler mesajlaşma uygulaması WhatsApp, Android için 2.11.230 sürümüne güncellendi. Henüz Google Play Store’da mevcut olmayan ancak resmi web sitesinden direk indirmeye sunulan güncelleme ile gruplar içinde bazı bildirim için bazı seçenekler eklenmiş.
Güncellemeden sonra şuandan itibaren 100 yıl boyunca sesli bildirimi devre dışı bırakabileceksiniz. Dilediğiniz zaman bu seçeneği kaldırabileceksiniz ve ayrıca grup içinde istediğiniz grupta aynı seçeneği işaretleyebileceksiniz.

http://www.teknolojioku.com/haber/android-icin-whatsappa-100-yillik-ozellik-geldi-17780.html

Online yayın birincisi:Twitch


 


Bir süredir PC‘nin yanında PlayStation 4 ve Xbox One üzerinden de canlı yayın yapılmasına başlayan Twitch, Oyun yayınları ile en çok canlı yayın yapılan yayın aracı oldu. Qwilt isimli konuyla ilgili şirketin yaptığı açıklamaya göre Twitch, en fazla canlı yayına sahip olan yayın aracı oldu. Ayda bir milyondan fazla yayın yapan Twitch, en çok yayın yapan kanallar içerisinde %43.6′lık bir oranla birinci olurken, WWE %17.7, UStream %10.9, MLB %7.2, ESPN %6.3 veNetflix, Hulu gibi kanallar da %14.3′lük bir oranı kapsamakta. Son zamanlarda akıllı telefonlardan da canlı yayın yapılmasını sağlayan Twitch, günde 24 saat canlı yayın yaparken, diğer spor kanallarının sadece maçlarda canlı yayın yapabilmesi de bu durumu etkileyen önemli özellik olarak belirtildi.



Online yayın birincisi:Twitch

İOS 7.1.1 Şikayet Üstüne Şikayet Alıyor...

ios7 285x300


 


 


Teknoloji pazarının lider markalarından Apple, akıllı cihazları için yeni güncellemeler üzerinde çalışmaya devam ediyor. IOS’un en kararlı sürümü olduğu öne sürülen iOS 7.1 için kullanıcı şikayetleri artmaya başlayınca Apple mühendisleri yeni bir güncelleme sürümü üzerinde daha çalışmışlardı.


Geçtiğimiz gün indirilmeye hazır hale getirilen iOS 7.1.1’in, iyileştirmeler içerdiği ve kullanıcı tarafında sıkıntı yaratan hataların giderildiği öne sürülmüştü, fakat öyle görünüyor ki, pek de bir şey değişmemiş. Şikayetler arasında, şebeke sinyalinin daha da düştüğü, iPhone 4’lerdeki kasılma sorununun yeniden geldiği ve Wi-Fi donanımının çoğu zaman telefon tarafından görülmediği yer alıyor.


Eğer böyle giderse çok fazla kullanıcı kaybedeceğe benziyorlar…



İOS 7.1.1 Şikayet Üstüne Şikayet Alıyor...

Google Plus Önemli Bir Adamı Kaybetti

Google Plus projesinin başındaki isim olan Vic Gundotra görevinden ayrılıyor.



İnternet devi Google’ın senelerdir geliştirmekte olduğu ve Facebook ‘un alternatifi olarak sıkça dillendirilen Google Plus sosyal medya servisi her ne kadar istenen kullanıcı sayısına ulaşamamış olsa da, Google bugüne dek yatırımlarını platform üzerine yapmaya devam ediyordu.Google plus bizce pek fazla tutulmadı.


Ancak Google Plus’ın başında yer alan ve 8 yıldır Google bünyesinde görev alan Vic Gundotra’nın şirketten ayrılacağını açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Google Plus’ta henüz istenen hedef yakalanamamışken Gundotra’nın ayrılığı akıllarda pek çok soru işareti bıraktı.


Techcrunch’ın haberine göre bu ayrılık aslında Google Plus projesinin ömrünün çok da uzun soluklu olmayacağını gösteriyor ve internet devinin artık Facebook ve Twitter ile rekabet etmeyi düşünmediği iddia ediliyor. Hele ki son günde facebook yaptığı yatırımlar ve projeler ile sosyal medyada liderliğini sürdürüyor.


KAYNAK : radikal



Google Plus Önemli Bir Adamı Kaybetti

Samsung Galaxy S5'te Hata !

Samsung’un amiral gemisi Galaxy S5′in parmak izi korumasındaki açığın ardından bu kez de bazı modellerinde kameraların bozuk olduğu ortaya çıktı.


samsung s5


Samsung’un özellikle Amerika Birleşik Devleti merkezli Verizon’dan satılan Galaxy S5 model telefonlarında kamera hatası tespit edildi. Kamerayı açan kullanıcılar hata mesajı aldığından fotoğraf veya video çekimi yapamıyor.


35 kullanıcı telefonlarını operatöre geri götürürken, Samsung’dan da konuyla ilgili açıklama gecikmedi. Problemi doğrulayan Samsung yetkilileri, garanti kapsamında kullanıcıların kamerası bozuk olan cihazları geri getirmelerini istedi.


Kamera problemini Twitter’da dile getiren kullanıcıları yakından takip eden Samsung, Verizon dışında satılan diğer telefonlarında benzer bir sorunun yaşanıp yaşanmadığını araştırıyor.


Verizon Wireless ise Twitter hesabından yaptığı açıklamada ‘Warning: Camera Failed’ hatası alan kullanıcıların VZWsupport adresine bildirimde bulunmaları ve gerektiği halde cihaz değişimi yapılableceği belirtildi.



Samsung Galaxy S5'te Hata !

Samsung Plastikte Kararlı!!!

samsung 300x99


 


Samsung, tüm Android’li telefonlarında plastik kullanmakta o kadar kararlı ki, en alt seviye telefonlardan amiral gemisi modellere hepsinde plastik gövde kullanıyor. Firma, son olarak üst düzey cebi Galaxy S5′te de plastiğe yer veriyor, ancak arka kapağın yapısını çok daha kaliteli görünecek biçimde değiştirmiş. Engadget’ın Samsung mühendisleri ile yaptığı bir röportaj ise firmanın tasarım kararlarını nasıl verdiğini gün yüzüne çıkardı.


Samsung baş ürün tasarımcısı Dong Hun Kim, neden metal kullanmadıklarını şöyle açıklıyor: “Ana hedeflerimiz kullanım kolaylığı, cana yakınlık ve daha insancıl bir tasarımdı. (Ürün), memnuniyet verici bir hisse sahip olmalıydı ve tutuşu daha kolay olmalıydı. Metal kullansaydık (bizce) tasarım ağır ve soğuk olacaktı.” Plastiğin daha sıcak bir his verdiğini düşünen Kim, dokulu arka yüzeyin görünümünün de çok iyi olduğunu söylüyor.



Samsung Plastikte Kararlı!!!

Türk solu ve 24 Nisan: ÖDP örneği

Birkaç yıldır 24 Nisan'larda düzenlenen soykırım anmalarına Türk solunun belli başlı gruplarının katılmayışını alışageldiğimiz ufak siyasî hesaplara bağlıyordum. Anmalar Dur-De Girişimi'nce düzenleniyor, dolayısıyla Dur-De'nin DSİP bağlantısı, bu partiyle birarada eylem yapmak istemeyenler için katılmama bahanesi yaratıyor sanıyordum. Meğer sorun, aslında bilmeme rağmen bilmezden geldiğim yerdeymiş. Bir defa daha, hem de çok acı bir vesileyle, Türk solunun basbayağı "Türk" solu olduğu gerçeğiyle yüzyüzeyiz.

Soykırım anmaları başladığından beri, bu mütevazı gösterilerin düzenlendiği her yerde, protestoya gelen bir siyasî grup var: Halkın Kurtuluş Partisi. Taksim'in açık olduğu 1 Mayıs'ta alanın ön tarafında yer tutmuşlardı. Gezi'de havuzun etrafında bayraklarını görmüştüm. Bu partiden insanlar, soykırım anmalarının yakınına sokuluyor, sessizce saygı duruşu yapılan anlarda bile bas bas bağırarak, soykırımın "emperyalizmin yalanı" olduğunu tekrarlıyor. "Esas soykırımcı", "ABD-AB emperyalizmi" imiş. Türkler de suçsuz oluyor bu durumda. Polis, diyelim soykırım anmasını protesto edecek faşistleri civara yaklaştırmazken, bunlara her sene aynı fırsatı tanıyor. Şimdiye kadar herhangi bir sol-sosyalist grubun, HKP'nin bu rezilce eylemini eleştirdiğine, onları bu sabotajcılığı terk etmeye çağırdığına rastlamadım. Kimsenin onların bu eyleminden şikayeti yok.

Bu durum başlı başına merak ve eleştiri konusu olması gerekirken, bu konuda sorusu olan bile yok.

"1915'in yıldönümünde ÖDP Eş Genel Başkanları Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya'nın açıklaması" olarak yayımlanan metni okuyunca, HKP'nin tavrından öbür sol-sosyalist hareketlerin rahatsız olmasını beklemenin ne büyük hıyarlık olduğunu bir defa daha anladım. Bu açıklamayı ele alacağım. Başlığı şöyle: "Ermeni Kardeşlerimizin Acısını Paylaşıyoruz / Artık Gerçek Bir Hesaplaşmanın Zamanıdır."

Okuyalım:


99 yıl önce bu topraklarda büyük bir acı yaşandı. Ermenilerin yaşadığı bu insanlık trajedisini yüreğimizin derinliklerinde duyuyor, o süreçte yaşamını yitirenleri hüzünle anıyoruz.
Anladığımız kadarıyla, 99 yıl önce bu topraklarda Ermeniler, "insanlık trajedisi" denebilecek çapta bir "acı" yaşamışlar. "Yaşandı" diyorlar aslında, ama sonrasından, yaşayanın Ermeniler olduğunu çıkarıyoruz. Devam:
1913'te bir darbeyle iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki'nin Alman emperyalizminin yanında saf tutarak ülkeyi savaşa sokması bir bütün olarak insanlarımızın kıyıma uğramasının aç, bilaç, çaresiz kalmasının temel nedenidir. Nitekim Sarıkamış'ta kendi askerlerini felakete sürükleyen de bu maceracı kliktir. Ermenilere yönelik 'tehcir' kararı da Meclis'ten, Bakanlar Kurulu'ndan bile gizli, İçişleri Bakanlığı aracılığıyla başlatılmış; devlet hiçbir yasal ve insani dayanağı olmadan kendi yurttaşlarını, yaşlıları, kadınları, çocukları kıyıma uğratarak, etnik arındırma politikası izlemiştir.

İttihatçıların darbesi ve Almanya'nın yanında savaşa girilmesi, "bir bütün olarak insanlarımızın kıyıma uğramasına" yolaçmış. Ermenilerin acısı der demez "bir bütün olarak insanlarımız"a geçmeliyiz ki, "ortak acılar" çizgisinden uzaklaşmayalım. Hemen ardından bir de Sarıkamış patlattık mı, millî hassasiyetlere selamımızı da çakmış oluruz. Olduk. Sonra, "bu maceracı klik"in başka kötülüklerine geçebiliriz: "Meclis'ten, Bakanlar Kurulu'ndan bile gizli" neler yapmışlar: "Tehcir kararı"nı "başlatmış"lar; devlet, kendi yurttaşlarını, "hiçbir yasal dayanağı olmadan" kıyıma uğratmış, "etnik arındırma" politikası yürütmüş. Hem de "yasal dayanağı olmadan"! Yasal dayanağı olsa neyse yani... Hepsini herkesten gizli olarak bu "maceracı klik" yapmış. Binlerce devlet görevlisi, asker, hapishaneden salınma katil, hele hele mazallah yöre halkından katılanlar falan yok işin içinde. O "maceracı klik", hükümetin bile sorumlu tutulamayacağı tarzda yürütmüş bu işi. Yürütülen iş ne? "Kıyım ve "etnik arındırma". Yani soykırım değil. Bunca laf bunun için ediliyor. Nitekim:
1915’te yaşananların soykırım olduğu ya da olmadığı üzerinden tartışılması meselenin idrakini zorlaştırmaktadır.
İşte Türk solunun Ermeni sorununa yaklaşımı. Soykırım değildir, deseler yine bir şeydir. Onu da diyemeyip, vaktiyle İnönü'nün "CHP sosyalist olmayacaktır" çıkışına karşılık, "Partinin geleceğini bağlamayalım, paşam" diyen Nihat Erim'in tavrı gibi, neme lazım, gün gelir, onu da demek zorunda kalırız havasında... Ne kadar ayıp.

Ayıplar buraya kadarkilerle sınırlı da değil. Bakın şimdi:

Bugün ihtiyacımız olan  gerek Türkiye'deki Ermeni yurttaşlarımızla, gerekse Ermenistan'la barışa, birbirini anlamaya, iletişim kurmaya yönelik bir hoşgörü ve uzlaşı iklimi yaratabilmektir. Bu da, konjonktürel açıklamalarla gerçek bir hesaplaşmanın yolunu kapatmaya çalışarak sağlanamaz.
İkinci cümle, hükümet eleştirisi kontenjanından, onun üzerinde durmak gerekmezdi, ama maalesef gerekiyor; aşağıda sıra ona da gelecek. Şimdilik şunu soralım: kimlerle birbirimizi anlayacakmışız: "Türkiye'deki Ermeni yurttaşlarımız ve "Ermenistan'la". Birileri eksik mi kaldı acaba?

Devam edeyim, ÖDP eşbaşkanlarının açıklamasındaki anlamlı ve güzel önerileri de aktarayım, bu sorunun cevabına sonra geleyim:


Bir arada yaşam imkanının güçlenmesi için öncelikle Hrant Dink kardeşimizin katledilmesinde sorumluluğu olan herkesin ortaya çıkartılıp yargılanması gerekmektedir. Ermenistan sınır kapısı açılmalı, her türlü ekonomik ambargo ve kısıtlamanın özünde yoksul halka bir zulüm olduğunu gözden ırak tutmadan bu komşu ülkeyle ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler geliştirilmelidir. Bu sınır kapısına Hrant Dink adı verilmelidir.

Evet, Hrant'ın sahici katilleri yargılanmalı, sınır kapısı açılmalı, oraya Hrant'ın adı verilmeli, Ermenistan'la ilişkiler geliştirilmeli; söylenecek söz yok, gayet isabetli öneriler. Bu metindeki tek isabetli kısım da burası.

Metin şöyle bitiyor:
Sorunun köklü çözümü, dini, dili, mezhebi ne olursa olsun bu topraklarda yaşayan insanlarımızın acıları ve sevinçlerinin ortaklığı üzerine yeni bir tarihsel anlayışı ve belleği oluşturmakla mümkündür.
Önce yukarıda sorduğum, "birileri eksik kaldı mı?" sorusu. Türklerin Ermeni sorunundaki muhatapları, Türkiyeli Ermeniler ve Ermenistan'dan ibaret değildir. Bu konuyla sahiden ilgilenecek her şahsın henüz beşinci saniyede fark edeceği gibi, dünyadaki Ermeni varlığının en dinamik ve en sorunlu kısmını teşkil eden, buradan zorla göçertilmiş, çiftlerine çubuklarına elkonmuş insanların torunları, yani diyaspora diye bir olgu var. ÖDP eşbaşkanlarının bu kavramı hiç duymamış olduğuna inanmak zor. O halde acaba, Türkiyeli Ermeniler ve Ermenistan'ı halledelim, diyaspora nasıl olsa razı gelir, diye mi düşünüyorlar, yoksa 24 Nisan da geldi, açıklama da yapmak lazım, karalayıverelim birşeyler… derken diyaspora unutuldu mu? Hangi ihtimal daha vahim?

Ve son paragraf. Neymiş? "İnsanlarımızın acıları ve sevinçleri ortak"mış. Yeni bir "tarihsel anlayış ve bellek" bunun üzerine oturtularak oluşturulacakmış. Soykırıma uğramış bir halkın duygusal durumunu, psikolojisini, büyük ölçüde bu etken tarafından belirlenen yaklaşımını anlamaktan bu kadar aciz bir sosyalist harekete ne demeli? İnsanlar, "biz soykırıma uğradık" diyorlar, siz "ortak acılar" diyorsunuz. "Yaşadığınız soykırımdır" diyemiyorsunuz; "değildir" de diyemiyorsunuz; "böyle demeyelim, idraki zorlaştırıyor" gibi, karşınızdaki kurbanı derinden yaralayacak bir laubalilik içindesiniz, fakat, hangi hakla bilinmez, sizinle aynı şeyi söyleyen hükümeti eleştiriyor, "konjonktürel açıklamalarla gerçek bir hesaplaşmanın yolunu kapatmaya çalıştığını" iddia ediyorsunuz. Bir şey demeye hakkınız yok ki, siz de aynı teraneyi mırıldanıyorsunuz.

Keşke ÖDP 24 Nisan'la ilgili açıklama yapmasaymış. Şimdiye kadar yaptıkları gibi, Ermeni soykırımını başka birilerinin sorunu sayıp geçselermiş.
Türkiye'nin Sosyal Medya İstatistikleri

Türkiye'nin Sosyal Medya İstatistikleri

Bu yazı Emre Öklük tarafından Blog Hocam için yazılmıştır.

Facebook, Twitter gibi sosyal medya araçlarının en aktif kullanıldığı ülkelerden biri olan Türkiye, resmen  bu alanda madalya kazanmaya hak kazanmış bir durumda. Yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlar inanılmaz derecede hayret verici. Dönemin teknolojisiyle bu kadar iç içe olmak ilk bakışta heyecan verici, umutlandırıcı gibi görünse de bana göre işin aslı pek de öyle değil aslında.

Türkiye İstatistik Kurumu Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması 2013 verilerine göre 16-74 yaş grubu bireylerin yüzde 39,5'i interneti haftada en az bir defa kullanıyormuş. Aynı yaş grubunda internet kullanan bireylerin arasında düzenli internet kullanım oranı ise yüzde 91,6. Financial Times'a göre ise Türkiye'de internet kullanıcısı sayısı 36,455,000.

Gerçekten de hayret verici değil mi? 75 milyon nüfüsa sahip bir ülkede 36 milyonun üzerinde birey interneti aktif bir şekilde kullanıyor. Bir de bu 36 milyon insanın interneti ne amaçla kullandığına bakalım isterseniz.

Webrazzi sitesinin aktardığı bilgilere göre Foursquare'da Türkiye, ABD'den sonra dünyada en çok check-in yapılan ikinci ülkeymiş. Bu sonuçla görülüyor ki Türkiye, yoğun nüfüslu, internetin aktif kullanıldığı Avrupa ve Asya ülekelerini bu konuda geride bırakmış.



36 milyon internet kullanıcısının yüzde 31.10'u ise Twitter kullanıyormuş. İşte en hayret verici nokta bu ki, bu istatistik Türkiye'yi dünyada Twitter kullanımında birinci sıraya yerleştirmiş. Bu yüzde rakama döktüğümüzde Türkiye'de 11 milyon 337 bin Twitter kullanıcısı olduğunu gösteriyor. TTNet tarafından yapılan araştırmaya göre ise geçtiğimiz Şubat ayında Türkiye'de Facebook kullanıcı sayısının 32 milyonu aştığı belirtilmiştir. Google+ kullanıcısı 1 milyon, Twitter kullanıcısı 6 milyon ve Linkedin kullanıcısı 1 milyon civarındadır.

Önceden lüks olarak görülen bilgisayar ve internet artık çoğu insanın sadece elini çebine atarak ulaşabileceği bir konumda ve ülkemizde bu imkanı kullanan birey sayısı oldukça fazla. Bu noktada ortaya çıkan soru ise internet veya sosyal medyanın ne derecede olumlu kullanıldığı.

Türkçe web sitelerine bakacak olursak blog çöplüğünden geçilmiyor, kopyala yapıştır yayıncılık almış başını gidiyor, Facebook, Twitter ve Foursquare'da insanların ne yaptığı, ne yeyip içtiği ve nereye gittiğinden başka bir şey önemli değil. (Bir de ülkesini sanki sosyal medya üzerinden kurtaracağını düşünen işgüzarlar var ya; o konuyu hiç açmayın işte.) Bana soracak olursanız kullanmış olmak için kullanmaktan başka yaptığımız bir şey yok interneti. Eğer biz, interneti gerçekten verimli kullansaydık Twitter'da değil de Türk yapımı bir sosyal paylaşım sitesinde rekor kırmış olurduk. Ya da android ve IOS markette en çok indirilen uygulama Türk yapımı bir sosyal paylaşım uygulaması olurdu. Veya başka bir şey.

Neyse, buradan sonra yorumu sizlere bırakıyorum. Bu yazımda konuyla ilgili istatistikleri sizlere sunmak istedim, eğer ülkemizde internet kullanımının verimliliğiyle ilgili bütün yorumlarımı merak ederseniz Türkiye'nin İnternetle İmtihanı adlı yazımda naçizane bir kaç fikrime ulaşabilirsiniz.

Saygılarımla
 
Yazar Hakkında: Yaklaşık üç senedir kişisel blog yazarlığı ' yapmaya çalışmaktayım '. İlk defa bu kadar kararlı ve düzenli olarak Nisan 2014'te emreokluk.com adıyla oluşturduğum blogumla blog dünyasına adımımı atıyorum. Kişisel, her telden yazılarımı blogumda sunmaktayım.

Blog: emreokluk.com
İletişim: oklukk@gmail.com

Devletin 24 Nisan açıklaması üzerine

24 Nisan'ın yıldönümüne ilişkin başbakanlık açıklamasının mana ve ehemmiyetinden bahsedeceksek, hükümetin ve başbakanın mâlûm hallerinin, bu hallerin hepimizde yarattığı tepkilerin ötesine geçmeliyiz. Burada, adımı atan kim olursa olsun, yakın zamanda ortaya dökülen marifetleri ve yakın gelecek için öngördüğü gaddarca işler ne olursa olsun, öznesini kenara ayırıp, atılan adım üzerinde durmamız gerekir. Bu, tarihî bir açıklamadır ve önemi, her türlü duygusal etkenden bağımsız olarak, başbakanlık adına, devlet adına dokuz dilde yapılmış bir duyuru oluşundan geliyor.

Önce ayağımıza dolanan şu "samimiyet" meselesinden kurtulalım: "Samimi değil!", böyle bir bildirim karşısında takınılacak tavır olamaz. Devlet tavrının samimi olması gerekmez. Hattâ olmasa daha iyi olur. Samimi olmasın, zorunlu olsun. Mâkûl olsun, kararlı olsun, pratik sonucu olsun; samimi olmasın. Samimi değil diye böylesine ayırt edici bir açıklamanın önemi azalmaz.

İkincisi, böyle bir açıklamanın, muhatabını tatmin etmesi-etmemesi de her şeyi belirlemez. Tatmin edemeyeceği neredeyse baştan bellidir. Çünkü yüzyıllık inkâr ve istikrarlı düşmanlık politikasından sonra ilk defa değişik bir laf söylenmeye çalışılıyor. Biz, yetersizliğini, bu yetersizliğin barındırdığı saptırma tehlikesini, bunun kalıcılaşması rizikosunu konu ederiz, açıklamayı eleştiririz (nitekim burada da bunu yapacağız); ama bu, önemini azaltmaz.

Üçüncü olarak, "bunları dediler ama gerisini getirmezler" yollu eleştirilerin muhatabı, meselâ bizimki gibi bir hükümet değildir. Başımızdaki, çıkarına göre öyle ya da böyle yapabilecek bir sağcı hükümettir. Demokrasi veya insanlık yönünde atılacak adımı sahiplenecek, geri alınmamasını sağlama bağlayacak, daha ileri adımlar atılmasını teşvik edecek olan, bizim memleketimizde maalesef pek zayıf olan demokrasi güçleridir. Türkiye'nin muhalif-demokratik hareketleri, partileri, vs. arasında "Ermeni sorunu", ancak Hrant'ın öldürülmesiyle keşfedilmiş ve hâlâ önemiyle gayet orantısız şekilde, pek az ilgi gören bir mevzu olduğundan, "gerisinin getirilmesi" için kim gayret gösterecek, bilemiyorum, ama gereğine işaret etmek zorundayım, bununla yetiniyorum.

Başbakanlık'ın, Türkiye Cumhuriyeti adlı siyasî yapı açısından en temel ve hayatî sorun olan Ermeni soykırımına ilişkin olarak 23 Nisan 2014 günü yaptığı resmî açıklamanın (buradan okuyabilirsiniz) içeriğini tartışmaya geçebiliriz.

Devlet bu dili biliyor muydu?


Atılan adım, yani yapılan açıklama, alışılagelen resmî dilden çok farklı bir dille, ustaca kaleme alınmış bir metin. Doksan dokuz senedir, bırakın soykırımı inkâr etmeyi, etnik baskının bin türlüsünü sürdüren bir devlet adına yapılmış açıklama bu; unutmayalım. İkinci olarak, bu yönde atılmış ilk adım. Dolayısıyla, tutuk olması, diyecekken dememesi, meseleyi "herkesin acıları" şemsiyesinin o sevimsiz gölgesinin altına saklaması, bana kalırsa, beklenir bir hal. Üçüncü olarak, aslında Ermenilerden veya "dünya"dan çok, Türk-Müslüman kamuoyuna seslenen bir açıklama. AKP hükümeti, kendi destekçisi olan kitleye bu konudaki yeni hattı bildiriyor gibi. "Nasılsa dışarıya konuşuyoruz" rahatlığında davranmamışlar.

Bu, bir yönden, anlaşılır. Sadece AKP destekçisi değil, MHP'li, CHP'li "kamuoyu"nun da bu mevzuda büyük çoğunluğuyla ne kadar önyargılarla dolu, empatisiz, bakarkör ve vicdansız olduğunu düşünecek olursak, Ermeni sorununda insanlığa doğru yön değişikliği anlamı taşıyacak bir resmî açıklamanın bütün bu ahaliyi teskine yönelik unsurları fazlaca barındırması kaçınılmaz görünüyor. Hatırlatayım ki, bu tarihî açıklamanın -hiç şüphesiz böyle diyebiliriz- yapıldığı günün akşamında, üstelik hükümet yanlısı iki ayrı televizyon kanalında soykırım dönemine dair programlar yayımlanıyor ve "esas zulmü onlar yaptı"dan ibaret o küstahça, vicdansızca yalan allanıp pullanıp tekrarlanıyordu. Bu ezberleri bozmaya hangi resmî açıklamanın gücü yetebilir?

"Uzatılmış el" yok ki ortada


Ancak, başbakanlık açıklamasının iç kamuoyuna yönelik ağırlığının ikinci bir sebebi daha var ki, işte o, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun bugünkü sözleriyle (şuradan okuyabilirsiniz) birleştiğinde, sevimsiz bir hakikatı dışavuruyor. "Uzattığımız eli havada bırakmayacaklarını umuyorum," dedi Davutoğlu. Oysa bu açıklama bir "el uzatma" sayılamaz. Bir diplomat, bir dışişleri bakanı, bunu gayet iyi bilmeli. Açıklama, muhatabın beklentisiyle orantısız, sınırlı kabulü ve içeriği yüzünden, "el uzatma" sayılamaz. Anca el uzatma niyetinin bildirilmesi sayılabilir. İşi ilginç kılan şu ki, Davutoğlu'nun bu sözü inanarak, yani açıklamayı "el uzatma" sayarak -aslında: sanarak- söylediğine inanıyorum. Yani yetkililerimiz, resmî metnin iç kamuoyuna yönelik ağırlığının -muhataba yönelik etkisizliğinin- farkında değiller. Buradaki doz, açıklamanın bir "el uzatma" niteliği taşımasını baştan engelliyor.

Eli kime uzatıyorsunuz? Ermenistan veya diyasporadaki Ermenilere. Onların, 1915'in çok öncesinden başlayan sistemli bir etnik temizlik ve nihayet soykırımı, "herkesin acıları" klişesine gönül indirip yutmasını mı bekliyorsunuz? Ya da elinizi bizzat üvey evlat muamelesi yaptığınız vatandaşlarınıza, Türkiyeli Ermenilere uzatıyorsunuzdur. Soykırım görmüş, Varlık Vergileri, 6-7 Eylül'ler geçirmiş bir halkın çocukları, torunları olarak, canlarını, mülklerini hiçbir zaman tam anlamıyla güvende hissetmeden yaşayan bu insanların, sizin nihayet vicdanın gösterdiği yöne doğru attığınız bu ufacık adım karşısında elinizi kapıp delicesine öpmeye ve alınlarına koymaya başlamalarını mı bekliyorsunuz? Hrant öleli, katilinin bayraklı fotoğrafları devlet görevlilerince dağıtılalı, Sevag bir 24 Nisan günü hem de askerdeyken vurulalı şunun şurasında kaç yıl geçti? Ne yaptınız Hrant'ın katillerine?

Evet, resmî TC hattından insanlık yönüne sapmak önemli, fakat siz şimdilik ufak bir ilk adım attınız diye muhatabınızın bütün görüş ve duygularından, tarih bilincinden soyunmasını mı bekliyorsunuz? Buradaki, ne yazık ki, aymazlıktan çok, bu konudaki kibrin, tepeden bakışın yerleşikleşmesinin sonucu olmalı. Yoksa, bu kadar ince, ustalıklı bir metni kaleme alabilenlerin, bu nüansı atlaması mümkün mü? Bu aslında nüans da sayılmaz. Açıklamayı henüz "el uzatma" aşamasına varmayan bir ilk "niyet göstergesi" konumuna oturtan etken bizzat bu. Ancak kendi dünyalarının dışına bakmaktan o kadar acizler ki, devleti insancıl ve yumuşak bir dille konuşturma becerisi dahi bu açığı kapamaya yetmiyor.

İkinci ihtimalse, bir tür şark kurnazlığı: Pazarlığa yer bırakmak için buradan başlayalım, ne kadarına razı edebilirsek... gibi bir düşünüş-eyleyiş tarzı. Kabine üyelerimizi falan gözönüne getirince, "neden olmasın?" diyor insan. Ermenistan yönetici sınıfı dışındaki Ermeniler nezdinde böyle bir politikanın işe yarayacağını düşünmek için hiçbir sebep yok. Aksine, öfkelendireceği insanlar Ermenilerden ibaret de olmayacaktır.

Şu meşum "tarihçiler"!


Açıklamanın muhatap tarafından "el uzatma" olarak algılanmasını imkânsızlaştıran bir başka etken, hele böyle jest niteliği taşıyan bir adım için pek uygunsuz şekilde, mevcut TC politikasının simgelerinden birine, "tarihçilere bırakma" motifine yer vermesi. Ve bunu yapabilmek için, mecburen, "arşivleri açtık" yalanını tekrarlaması. Hayır, nasıl yüz binlerce Ermeni sadece yolda giderken yanlışlıkla ölmediyse, TC devleti de arşivlerini doğru dürüst açmadı. "Açtık" dedikleri, açmaları gerekenin bir kısmıydı, başta eski Türk Tarih Kurumu başkanı (şimdi MHP milletvekili) Yusuf Halaçoğlu, Türk yetkililer doğru dürüst birlikte çalışma yürütülemesin diye kırk takla attılar, Ermeni bilim insanlarını kandırmaya bile kalktılar. Bu macerayı hatırlatmak, aklı başında hiçbir Türk yetkilisinin kalkışacağı iş değilken, böylesine anlamlı bir açıklamanın içerisinde bu ucuz yalanın tekrarlanması, elbette muhatapta zaten varolan derin samimiyetsizlik izlenimini pekiştirir. Kompleksleri, insanın önünü görmesini engeller; işte bir delili daha.

"Tarihçiler…" meselesinde bizim toplumumuzda kavranmayan durum şu: Bizim dışımızdaki bütün dünya için, tarihçilerin araştırıp da bulacağı bir gizli hakikat yok. Soykırım yıllarında herkes her şeyi bizzat günlük gazetelerden bile haber aldı, duydu, bildi, öğrendi. Bizim dışımızda herkes neyin nasıl olduğunu biliyor. Bugün herhangi bir dünya üniversitesinde, 1915'te yaşananlar hakkında değişik ve ilginç laf edecek insan zor bulursunuz. Dolayısıyla, siz çıkıp "tarihçiler baksın bakalım ne olmuş" dediğinizde düpedüz sahtekâr muamelesi görmeniz kaçınılmazdır.

Metnin, muhataplar açısından en zor kabullenilecek yanı, şüphesiz, "acılar" diye bir genellemenin ardına sığınması, Ermeniler de işte, herkes kadar bu acıdan payını almıştır, demeye getirmesi. Dolayısıyla Ermenilere yönelik özel imha politikasının varlığını reddetmesi. Daha önce de belirttim, şahsen şu an için bundan ötesinin beklenebileceğine ihtimal vermiyorum. Ancak bu elbette uyanık olmayı gerektiren bir nokta. Çünkü bu niteliğiyle bu metin, yarın hakikatin kabulüne açılacak bir kapı olabileceği gibi, hakikatin inkârına yarayan bir perdeleyici işlevi de görebilir.

Meğer canavar değilmiş


"Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inanç" ve "torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz" sözlerini ise, açıklamanın en can alıcı kısımları olarak görüyorum. Çünkü bunlar geleceğe yönelik sözler. Hernekadar elimizdeki açıklama, geleceğe adım atabilmenin önkoşulu olan geçmişle hesaplaşmanın gereğini yerine getirmiyorsa da, tekrarlayayım, ilk defa bu yönde bir niyeti resmen bildiriyor. "Geçmişi olgunlukla konuşma", öncelikle Türklere yapılmış bir çağrıdır. Konuşmayan biziz. "Taziye" iletilen "torunlar"sa, siyasetçisinin, medyasının, hacı hocasının, laikçisinin her fırsatta küfür ettiği, bugünün Ermenileridir; Türkiyeli Ermeniler, Ermenistan halkı ve tabiî "diyaspora"dır.

Diyaspora böylelikle, TC'nin herhangi bir resmî metninde ilk defa "taziye sunulan" birileri kimliğiyle yeraldı. Kimbilir belki diyasporanın, Paris'te doğmuş, Amerika'da büyümüş, korkunç pençeleri ve sivri dişleriyle Türkleri parçalayıp yutmaya çalışan bir canavar olmayıp, anavatanları ve geçmişleri ellerinden çalınmış insanların torunları olduğu giderek anlaşılır.

Evet, son olarak, bence işin en önemsiz kısmı: Hükümet bunu niye yaptı? Bana ne! Hükümet ile ahbap, dost veya arkadaş olmayacağım. Bunu yaptılar diye son birkaç yıla sığdırdıkları onca gaddarlığı, utanmazlığı da hafife almayacağım. Fakat devlet adına yapılmış böyle bir "taziye" açıklaması, eğer bu memleketin vicdanlı ve izanlı insanları sahip çıkarsa, ileride hem Türkleri hem Ermenileri ruhen şu korkunç hatıranın baskısından kurtaracak gelişmelere kapı aralayabilir; bunu da aklımdan çıkarmayacağım.

Önerim, bu açıklamayı önemsemektir.
Mali Müşavirlik & Muhasebe Blogu

Mali Müşavirlik & Muhasebe Blogu

Limited, anonim veya şahış farketmez, şirket kuruluş işlemleri gerçekten şirket kuracak kişilerin yapacağı işler değil. Noteriydi, vergi dairesiydi, ticaret sicil kaydıydı derken kendinizi prosedürlerin ve resmi işlemlerin içinde boğulurkren bulabiliyorsunuz.

 

Bu işlemleri kolayca ve eksiksiz yapabilmek için bir mali müşavirle çalışmanız şart. Sadece mali müşavirle de bitmiyor. Mevuatları, kanunları, prosedürleri takip etmeli ve bilinçli harket etmelisiniz. Bu yazıda tanıtacağım blog olan malimusavirx.net sitesi de tüm bu konuları takip etmenizi sağlayan faydalı bloglardan biri.

 

mali müşavir

 

Hepimiz Birer Girişimci Adayıyız

 

İnternette dünyayı birkaç yıl geriden takip ettiğimiz bir gerçek. Dünyada internet alanında trend olan şeyler, 5-10 yıl içerisinde bizde de patlıyor. Bunun sayısız örneği var. Dünyada blogların geldiği noktaya baktığımızda, kısa zamanda bizde de blogların birer küçük işletme olarak tanımlanacağını öngörmek zor değil. Bundan 10 yıl sonra bazılarımız homeofis olarak evden blog yazacak, bazılarımız da işi büyüterek şirketleşecek. İşimizin çapı ne olursa olsa olsun mali müşavir ve muhasebeci hizmetine ihtiyacımız olacak.

 

Mali müşavirler devletle aranızdaki ilişkileri yönetecek, sizi prosedürlerle ve evrak yüküyle uğraşmaktan kurtaracak kişilerdir. Bu yüzden bir mali müşavirle çalışırken seçici davranmalısınız.

 

Yukarıda bahsettiğim malimusavirx.net sitesi, pratik bilgiler ve haberlerin yanı sıra mali müşavirlik ve muhasebe hizmetleri de vermektedir. Verdikleri hizmetlerden kısaca bahsetmek gerekirse:

 

- Şirket kuruluş işlemleri

- Muhasebe hizmeti

- Danışmanlık hizmeti

- Vergi beyannameleri  (KDV, Muhtasar, Gelir, Kurumlar Vergisi)

- Ücret bordrosu ve SGK işlemleri (SSK)

Yılmazer'i izliyorum, gözlerim açık

Eski istihbaratçı polis müdürü Ali Fuat Yılmazer'in sanal âlem faaliyetini takip ediyor musunuz? Ben olabildiğince ediyorum. Kendisini, âdetâ bir reality show dizisi gibi üç defa ardarda çıktığı televizyon ekranında izledikten sonra, haliyle, bundan geri duramazdım.
Çünkü arkadaşım öldürüldüğünde İstanbul polisinin üst düzey yetkililerinden biriydi. Hrant'ın, katillerinin önüne doğru itildiği, öldürtüldüğü, cinayet anındaki kamera kayıtlarının yok edildiği, sahte evraklar düzenlendiği, devlet içindeki katiller ve emir vericiler saklandığı, kollandığı, mahkeme adı altında müsamereler yürütüldüğü sırada bu şahıs üst düzey bir istihbaratçıydı. Belki hiç günahı yoktur; bilemem. Ama televizyon ekranlarında kırk değişik konuda kırk saat konuşup da Hrant Dink "operasyonu" hakkında tek laf etmediğini görünce, bütün projektörlerimi kendisine doğru çevirmiş bulunuyorum.

Ancak Ali Fuat Yılmazer'i izlememin tek sebebi bu değil. Cemaat-hükümet kapışmasında, dediklerine, yaptıklarına bakarak birşeyleri biraz daha anlayabileceğimiz kimselerden olduğunu sanıyorum. E, haliyle çok şey bilen biri, falan.

Ancak, ne yalan söyleyeyim, performansı beni hayal kırıklığına uğratıyor.

Sendromlar, sendromlar...

Sanırım bir zaman büyük güce sahip olup sonra bunu birden kaybeden kişilerde görülen o sendromlarla mâlûl: Hem her an ağlayacak gibi ("ah, kıymetim bilinmedi" sendromu herhalde) hem çağırsalar hemen göreve dönecek gibi ("emeklilik bana göre değil" sendromu herhalde) hem hâlâ bütün o yetkiye, güce sahipmiş gibi ("hoca, bilmediğiniz ne işler dönüyor" sendromu olmalı bu da).

Üstüne üstlük, şahsen, polislerin meslekî hayatlarında da ufuklarını hiç açmadığına, aksine bakışlarını daralttığına inandığım, "polis kafası" diye bir şey var ki, Yılmazer gibi kimselerin basbayağı dünyayı anlamasını engelliyor. Olmadık bağlantılar kurmaya takılır kalırsanız olanı da göremezsiniz haliyle. Özellikle son yıllar için konuşursak, buna yolaçan sebeplerden birinin, ellerindeki muazzam dinleme-gözetleme imkânları olduğunu sanıyorum. Onca olgu-bilgi avcunda toplandığında, düşünmek, bağlantılar kurmak, sonuçlara varmak için fazla gayret göstermiyorsun haliyle. Ya da bulduğun herhangi bir bağlantı senin için dünyayı açıklayan bir anahtar konumuna yükselebiliyor - diyelim anahtar şeklinde bir gazoz açacağıyken.

Ali Fuat Yılmazer bugün (21 Nisan), Ruşen Çakır'ın hükümet-Cemaat kavgasının "hasar tesbit raporu"nu çıkarmaya soyunduğu yazısına ("Hasar tesbit raporu 7 - Savaş bitti ve Cemaat kayıp mı etti?") takılmış ve hep yaptığı üzre, numaralı-sıralı tweet'ler atmıştı. Hepsini aktaracağım ki, maraza çıkmasın:

1/ Ruşen Çakır, eskiden beri dini gruplar konusunda iddialı değerlendirmelerde bulunuyor; en sevdiği konu da cemaat. • 2/ Eskiden beri dini konulara yaklaşımı sorunlu olan devletin bazı gizli raporlarına vakıf olabilmek, bu uzmanlık için yeterli mi acaba? • 3/ Çakır’ın çok özgün olmadığını düşündüğüm bu değerlendirmelerinin, neden bu kadar ilgi gördüğünü, eskiden beri anlamakta güçlük çekerim. • 4/ Türkiye’de yaşananları sadece AKP-Cemaat düzleminde ele almaya çalışan ısrarcı yaklaşımı, bazı takıntılara sahip olduğuna işaret ediyor. • 5/ ‘Takıntılar’ kelimesi doğru oldu mu bilmiyorum; belki de ayak bağı olan, bir türlü kendini kurtaramadığı geçmişin iltisaklarıdır. • 6/ Türkiye’deki yeni ittifakları ve sonuçlarını görmezden gelip, sırf cemaat düzleminde kalmak sorunlu olmakla beraber maksatlı bir yaklaşım • 7/ Hele ki ortada hiçbir delil yokken, hukuksuz görevden almaları teşvik eden bu yaklaşım, neredeyse benim uzmanlık alanıma girecek türden. • 8/ AP Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Cohn-Bendit’in konuya yaklaşımı, tam da bu Çakır-keyf’lerin durumuna işaret ediyor. • 9/ Bunlar tatlı sarhoşluklar içerisinde vaziyeti idare ettiklerini sana dursunlar, Türkiye ciddi bir demokrasi mücadelesi veriyor…
Önce Daniel Cohn-Bendit meselesini aradan çıkarayım. Cohn-Bendit, Samanyoluhaber TV'de yayınlanan "Avrupa Masası" programında Selçuk Gültaşlı'nın sorularını cevaplamış, Zaman gazetesi tarafından da aktarılan bu görüşmede ("Erdoğan sizi hain ilan etmediyse demokrat değilsiniz"), başta başbakan Erdoğan, Türkiye'nin gidişatını eleştirmiş. Türkiye'yi AB'de görmek isteyen kendisi gibi siyasetçilerin, demokratikleşme umuduyla AKP'ye destek çıktığını, ama şimdi Erdoğan'ın tipik bir otoriter lider olarak davrandığını vs. anlatıyor, eleştiriyor, "Erdoğan size hain demiyorsa demokrat değilsiniz," diyor. Bunlardan Yılmazer kendine nasıl bir dayanak, Çakır'a karşı öne süreceği nasıl bir görüş çıkarıyor, anlamak mümkün değil. Yoksa memleketin demokrasiden uzaklaştığını gören, söyleyen sadece kendisi mi sanıyor? Ama yok, o kadar olamaz… değil mi?

Yani mesele neymiş...


Artık sorabiliriz herhalde: Gazeteci ne yazmış da, eski polis müdürü, şimdiki "yorumcu-siyasetçi" bu kadar kızmış? Bence Çakır'ın yazısında Yılmazer'in özel olarak takıldığı kısım şudur:
17 Aralık sürecinde Cemaat bir sürü hata yaptı. Örneğin kendi güçlerini abartıp Erdoğan’ı küçümsediler. Cemaat’le irtibatlı polis şefleri ve yargı mensupları, emekliye ayrıldıktan veya kızağa çekildikten sonra güçlerini nerdeyse tümüyle kaybettiler, "yaptığımız her şeyden Başbakan’ın haberi vardı" cümlesinin ötesinde pek bir söz edemediler.
Burada kastedilen açıkça Yılmazer'in TV performansı. Çakır'ın şu cümlesinde de eski polis müdürünün üstüne alınacağı bir suçlama var şüphesiz:
Cemaat’in bir diğer stratejik hatası, kendisini nerdeyse "sütten çıkmış ak kaşık" gibi gösterip hafızalarda hâlâ taze olan yanlış uygulamalarıyla yüzleşmeye yanaşmamasıdır. Benzer bir şekilde, özellikle tapelerin yayınlanması hakkında hem "Bizimle ilgisi yok, var diyorsanız kanıtlayın" deyip, hem de bunları hükümete ve Erdoğan’a karşı propaganda malzemesi olarak kullanmaları da Cemaat’in samimiyeti konusunda derin şüphelere yol açtı.
Sanırım ortadaki meseleyi anladık. O halde buradaki meselemize gelelim. Eski polis müdürü, gazetecinin değerlendirmesine kızıyor ve… gerisi "onu eleştiriyor" diye gelmeliydi, değil mi? Hayır, öyle gelmiyor.

Şöyle geliyor: Onu "eskiden beri dini konulara yaklaşımı sorunlu olan devletin bazı gizli raporları"na dayanmakla suçlayıp -karalayıp- şüphelileştiriyor. Çakır'ın yazdıklarında, gizli raporlara dayanıyor olması gereken hiçbir ayrıntı yok ki. Saçma bu.

Emekli polis müdürü, gazeteciyi, "geçmiş iltisakları"na dayanarak değersizleştirmeye çalışıyor. Neymiş bu "takıntı"lara da yolaçabilecek "geçmiş iltisaklar"? Çakır'ın solculuğu. Yılmazer bunu da demiyor, lafı ortaya atıp öyle bırakıyor ki, herkes şüphelensin, "Ne varmış adamın geçmişinde?" diye eşelensin. Yılmazer kusura bakmasın, biz sivil insanlar bunlara "polis taktiği" deriz.

Devam. Yılmazer, "ortada hiçbir delil yokken, hukuksuz görevden almaları teşvik eden bu yaklaşım"dan sözediyor. Hangi yaklaşım? Gazeteci, hükümetin hukuksuz uygulamalarını savunmuyor ki. Hele bunların "neredeyse kendi alanına girecek türden" olduğunu söylerken Yılmazer ne kastediyor acaba? Gazetecinin yazdıklarını şaibeli kılmak için bir kalem darbesi daha.

İşte o madde!


Yılmazer, Çakır'ın "dini gruplar konusundaki" yazılarını "iddialı" buluyor, fakat "çok özgün olmadığını düşündüğü bu değerlendirmelerinin, neden bu kadar ilgi gördüğünü, eskiden beri anlamakta güçlük çekiyor". Evet, yine güya belli belirsiz havaya saçtığı şaibe zerreciklerine rağmen bu bir eleştiri olabilir. Meselâ kendisi, dinî veya başka türlü gruplar hakkında şüphesiz hepimizden fazlasına sahip olduğu "bilgi"lere dayanarak, gazetecinin görüşlerini geçersizleştirebilir.

Ama hayır, yapamaz. Sebebi, inanın, tweet'lerinden ilkini okur okumaz nerede karşıma çıkacak diye beklediğim ve tabiî çok geçmeden rastladığım o kavramda gizli: "maksatlı"! Gazeteci "maksatlı"ymış! İşte her Türk'ün düşünce dünyasını baştan ters yüz eden, idrakını sınırlayan, zihnini dumura uğratan zehirli madde, işte o mikrop!

Cemaat'ten niye daha zengin bir toplumsal hayata imkân sağlayacak, insanları geliştirecek daha derin bir dünya ve toplum kavrayışı çıkmaz; ya da haydi, basitleştirelim: Cemaat-hükümet kavgasından niye demokrasi çıkmaz, Yılmazer bunu bize pek güzel anlatıyor.

Polisiyelerde çok tekrarlanan bir söz vardır: Parayı izle, suçluyu bulursun. "Maksatlı" kelimesini izleyin, bütün kötülüklerin kaynağını bulursunuz. Cemaatçi polis müdürü ile Ergenekoncu generalin AKP'li din tüccarıyla buluştuğu, oyuna başlamak için CHP'den dördüncü çağırdığı, MHP'linin de sırasını beklediği yer orasıdır.
Daha Fazla Retweet Almanın Yolları

Daha Fazla Retweet Almanın Yolları

Blog Hocam’ın Twitter hesabını takip edenler çok aktif olmadığımı bilirler. Kişisel bir hesabım olmadığı için Twitter’a mobil cihazlardan da bağlanmıyorum. Blog  Hocam’da yayınlanan yeni yazıları, gelişmeleri, beğendiğim içerikleri, bazen de o an aklıma gelen bir ipucunu paylaşıyorum.

 

Attığım tweetlerin hemen hepsi dijital dünyayla ilgilenenlere yönelik olsa da bazıları defalarca retweet ediliyor, bazılarında ise paylaştığım link bile tıklanmıyor.

 

İnternette bulduğum çeşitli Twitter analiz araçlarını (ilerleyen zamanlarda bu araçları paylaşacağım) kullanarak en çok retweet edilen tweetlerimin listesi çıkardım. Bu tweetleri inceledim ve neden diğerlerinden çok retweet edildiklerini anlamaya yönelik bir çalışma yaptım.

 

Benim gibi kişisel değil, blogu için Twitter hesabı olan ve bu yönde tweetler atan kullanıcıların daha fazla retweet almaları için önerilerim…

 

retweet

 

1. Mention Kullanın

 

Tweetlerde mention kullanmak, o tweetin viral etkiyle yayılmasını sağlayabiliyor. Ünlü bir Twitter kullanıcısından veya binlerce takipçisi olan bir kuruluştan bahsederken o hesabı mentionladığınızda retweet edilme ihtimali çok yüksektir.  Retwet sayesinde o hesabı takip eden binlerce kişiden de tweetinizi retweet eden mutlaka olacaktır.

 

2. Kısa Linkler Kullanın

 

Lİnk içeren tweetlerin daha çok retweet edildiği çoğu araştırmada ortaya çıkan bir sonuç. Ancak benim incelemem de şöyle bir durum var: linkleri kısaltarak tweetin sonuna eklediğimde hem tıklanma, hem de retweet edilme oranı artıyor. İnsanlara bilgi, belge, haber veren web sayfalarının linklerini kısaltarak paylaşırsanız daha çok retweet edilecektir.

 

3. Siz De Retweet Edin

 

Tweeterinizin retweet edilmesini istiyorsunu ama siz bunu ne kadar yapıyorsunuz? Özellikle karşılıklı takipleşmenin olduğu hesapların tweetlerini retweet ettiğinizde onlar da iade i retweet yapacaktır. Bunun altında yatan şeyin psikolojik olduğu tahmin ediyorsunuz sanırım.

 

4. Hashtag Kullanın

 

Twitter’ın sembolü olan hashtagler her faaliyette olduğu gibi retweet almakta da çok işe yarıyor. Tweetinizin ilgli kullanıcılar tarafından farkedilip retweet edilmesi için 3 taneyi geçmeyecek şekilde hashtag eklemenizi öneririm.

 

5. İsteyenin Bir Yüzü…

 

Bazı tweetlerimin başına veya sonuna “RT Lütfen!” şeklinde bir call to action eklemişim. Ve yardımsever bazı takipçilerim bu çağrıma kulak verip retweet etmişler. Daha fazla retweet almak için belki en ilkel yöntem işe yarıyor :)

 

6. Tweet Uzunluğunu Optimize Edin

 

Çok kısa ce çok uzun tweetler pek sevilmiyor ya da dikkat çekmiyor sanırım. Hem dijital analiz şirketleriin araştırmalarından, hem de benim gözlemlerimden yola çıkarak ideal tweet uzuynluğunun 71-100 karakter arası olduğunu söyleyebilirim. Bu uzunluktaki tweetlerin retweet edilme şansı daha yüksek.

 

7. Zaman Ayarlı Tweetler Gönderin

 

Ben de olduğu gibi sizde de farklı yaşam tarzındanve meslek grubundan takiçiler mutlaka vardır. Her kesmin farklı onkline gün ve saati olabilir. Dolayısıyla tweetlerinizi farklı gün saat dilimlerine programlayarak gönderirseniz retweet edilme ihimali artar.

 

8. Görsel Kullanın

 

Yapılan araştırmalar görsel kullanılan tweetlerin, kullanılmayanlara göre 2 kat daha fazla retweet edildiğini tespit etmiş. Gerçekten de görsel eklediğim tweetler daha çok kullanıcı tarafından retweet edilmiş.

 

9. TT Listesine Göz Atın

 

TT listesindeki hashtagleri kullanarak attığınız tweetler, o hashtagin gündeme kalmasını isteyen kullanıcılar tarafından bol bol retweet edilir, favorilere eklenir. Gündemdeki hastagleri kullanarak, sizi takip etmeyen kullanıcılar tarafından bile retweet edilirsiniz.

 

10. Twitter Hakkında Tweetleyin

 

Twitter hakkında gönderdiğim tweetler de bol bol retweet alıyor. Bazen bir eleştiri, bazen bir ipucu, bazen bir yenilik. Twitter’da aktif olarak yer alan insanlst Twitter hakkındaki teetleri retweet etmeyi seviyorlar.

Belfie Nedir ?


Sosyal medyanın en popüler akımlarından biri olan Selfie’ye bir akımı daha katılırken insanların en büyük merak konusu ise Belfie akımının ne olduğu?

Selfie akımı geçtiğimiz aylarda oscar töreninde çekilen bir fotopğraf ile zirve noktasına çıkarken yeni akım belfie hiç ondan geri kalıcak gibi görülmüyor. Belfie nedir?Dünya genelinde moda haline gelen selfie pozu etkisini sürdürüyor. Yeni bir akım olarak ortaya çıkan “Belfie” pozu da sosyal medyada yayılmaya başladı. Selfie akımına karşı “Belfie” akımı


belfie collage instagram


SELFİE BİTTİ “BELFİE” BAŞLADI


Sosyal medyada yayılan selfie pozunun ardından yeni bir akım başlatıldı. Dünya genelinde yayılan selfie pozu gibi belfie pozunun da tutulacağı düşünülüyor. Fakat ünlüler arasında daha çok yayılması bekleniyor. Sosyal medya çılgınlığı belfie yayılmaya başlandı.


Belfie hashtagı ile paylaşılmaya başlanan fotoğraflarda, insanlar bel ve kalça fotoğraflarını çekip yayınlıyor. Bu yeni akım sosyal medyada, ünlülerin de desteğini alarak daha çok yayılacak gibi görünüyor.



Belfie Nedir ?

Korku filmi böyle korkunç değildir

Ne demeli? Gazeteci sıfatıyla A Haber televizyonunda "Yaz Boz" adlı programı yürüten iki kişi, Ergün Diler ile Bekir Hazar, 17 Aralık yolsuzluk operasyonunun bir numaralı ismi Rıza Zarrab'ı karşılarına alıp bize bir dehşet gecesi yaşattılar. Şu anda gazetecilik yapan veya hayatının bir döneminde bu mesleği yapmaya çalışmış herkesi ya oturduğu yere çakan, yerinden kalkamaz hale getiren ya da ayağa fırlatıp sinir krizleri geçirmesine yolaçan program, her şeyden önce derin ve yaygın bir utanç duygusu yarattı. Meslek adına değil sadece. Toplumumuz adına, genel ahlâkî standartlarımız adına. Belki de kısaca "insanlık adına" deyip geçmek lazım.

Başbakanın, sözünden çıkmayacak gazetecileri karşısına alıp gerçekleştirdiği, başlıbaşına bir tür haline getirdiği "çanak röportaj"ın varabileceği sınırı görmek hakikaten yıkıcı oldu. Daha doğrusu, bu işin herhangi bir sınırının varolmadığını gördük. Programı ele alıp didiklemenin bir manası yok, çünkü karşımızdaki, şu ya da bu sebeple hataya düşülmüş, eksikli kalmış vs. bir gazetecilik hadisesi değil. Belli ki, daha büyük bir operasyonun ilk büyük adımı bu. Yolsuzluk meselesi sıfırlanmak isteniyor. Yani tek tek problemleri çözmek değil, dersi bütünüyle kaldırmak gibi bir şey; izah edeceğim.

Hükümet ve iktidar partisi, sanırım hiçbir normal parlamenter düzende hiçbir partinin altından kalkamayacağı çap ve çeşitlilikteki yolsuzluk soruşturmalarıyla baş etmenin yolunu, meseleyi tamamen sıfırlamakta bulmuş. Günün birinde mahkeme önüne de, Meclis'e de, kamuoyunun önüne de gelmesi kaçınılmaz olan zehir zemberek fezlekelere komplo, uydurma vs. muamelesi yapılmasını sağlamanın en güvenilir ve kesin yolu olarak, sanırım, bizzat Rıza Zarrab'ı aklamayı kararlaştırmışlar. Yolsuzluk çarkının merkezinde bulunduğu, bakanlara rüşvet dağıttığı iddia edilen şahıs temizse, suçlamalar da haliyle akim kalacaktır - düşünce bu olmalı.

İşte, bize seyrettirilen de, bir ilk adım olarak, Zarrab'ın gazeteci suretindeki ikili tarafından kaldırılan toplarla güm güm indiği, zaman zaman bu ikiliye de, hattâ olayları izleyen bizlere de ayar verdiği, bir çeşit müsamereydi. Müsamerenin en çarpıcı yanı, bu kadar büyük bir yolsuzluk soruşturmasının baş şüphelisinin böylesine kendinden emin, atak, hattâ suçlayıcı davranabilmesi değildi. Hayır, gazetecilik yaptıklarına inanmamızı bekleyen ve aralarda kendilerine yöneltilen eleştirileri cevaplarken izleyicileri azarlayan iki karakterin kötü oyunculuğu da değildi. Yakın planlarında Rıza Zarrab'a fon oluşturan Türk bayrağıydı elbette!

Bu hamasî unsur, tabiî ki, henüz birkaç defa görünüp kaybolduğunda, herkesin aklına Hrant'ın katiline fon yapılan bayrağı getirdi. Ogün Samast'ın arkasına devletin polis ve jandarmalarınca yerleştirilmiş bayrak, devletin katile sahip çıkacağını bildirmişti bize; Zarrab'ın arkasındakiyle nasıl bir mesaj veriliyor? Şüphesiz aynı mesaj. Ve bu, çanak röportaj operasyonuna fazladan bir nüans katıyor. Zarrab'ın temiz olduğuna inandırılmamız, onun çevresinde örülmüş rüşvet ve yolsuzluk ağının böylece bir anda buhar oluvermesi amaçlanıyor, evet, fakat bayrağı oraya koyunca, anlam derinleşiyor: İnanmasanız da bu böyle kabul edilecek, demek istiyorlar.

Dindarlar adına politika yapanların bir türlü anlayamadığı şey şu: Gece bu program sürerken, aklı başından giden birçok muhalif insan, öncelikle utanç duydu. İnsanlar utançlarını birbirleriyle paylaştı. Bu bir sağlık belirtisidir. Öyle bir tezgahı hazırlamak, icra etmek, savunmak ve bundan herhangi bir utanç duymamaksa, epeyce ağır bir hastalık belirtisi. İslâmcı politika ve siyasetçiler, bu utanç duygusundan giderek uzaklaşıyor. Fakat yeryüzünde kimseye böyle bir ayrıcalık tanınmamıştır. Utancını yitirenin, hele iktidar uğruna, ikbal uğruna, para pul, başkalarına tahakküm uğruna terk edenin ne olacağını din de aynı şekilde tarif eder, aklı ve vicdanı yerinde herhangi bir ateist de. İslâmcılar, anlamıyorsunuz: Utanç öyle bir şey ki, kaybettiğinizde bir daha bulup yerine takmanız imkânı yok. Ve siz bu yöntemlerle kazanırsanız, toplum külliyen kaybedecek. Ahlâkını, geleceğini kaybedecek.
Blogunuza Karşı Monoton Olmayın

Blogunuza Karşı Monoton Olmayın

Bu yazı, Emrah Kara tarafından Blog Hocam için yazılmıştır.


Dünya genelinde ortalama her gün 5 milyon blog yazıldığını varsayalım. Bu rakamı dünya nüfusuna oranlarsak ortalama her 1400 kişiden birinin blog yazdığı sonucuna ulaşırız. Global düşünüldüğünde hakikaten müthiş bir rakam ve blog sitelerin daha da yaygınlaşarak arttığını düşünürsek ilerleyen zamanlarda bu verinin çok daha azalacağını düşünebiliriz.

Bu küçük beyin jimnastiğinden sonra asıl konumuza dönelim. Biz blog yazarlarının artık daha detaycı ve dikkatli olma zamanımız geldi. Çünkü yazar kadar okuyucu da önemli bir etken. Şimdi kısaca yazar ve okur ilişkisine değinmek istiyorum.

 

SONY DSC

 

1. Hep kendinizi düşünmeyin

 

Blog tutan insanlarda gereksiz hırslar, para kazanma arzusu ve popüler olma tutkusu olduğu müddetçe kaliteden bahsetmek söz konusu değildir. Çoğumuzda bu hatayı yapıyoruz. Bizim blog yazarları olarak öncelikli hedefimiz ziyaretçilerimizin yazılarımızı okuması olmalıdır, okuyucunun dikkatini dağıtarak onlara reklamları tıklatmak değil. Tabi ki reklam ya da reklamlar yayınlayacağız ama öncelikli hedefimiz bunlar olmamalıdır.

 

2. Yazılarınızda bir ana fikir olsun

 

Ben her hangi bir sosyal medya aracını belirli bir hedefe istinaden kullanıyorum. Örneğin; Whatsapp’ı telefon rehberimde bu programı kullanan birileri varsa kullanırım. Eğer yoksa cihazıma yüklemem. Eminim siz de öyle yaparsınız. Demek istiyorum ki, yazılan yazı sadece yazıdan ibaret olmamalı, okuyucuya aradığını sunup okuduğunu anlatabilmelidir. Sırf siteye ziyaretçi çekmek için hedefsiz ve ana fikirsiz yazı yazılmamalıdır. Tabi ki bu kaliteyi olmakla paralel bir durum.

 

3. Sürekli aynı konulardan bahsedilmemeli

 

Takip ettiğim ve kaliteli bulduğum bir kaç tane blog var. Bunlarında dışındaki bloglar genelde günlerde tek bir konu üzerinde yoğunlaşıyorlar. 7 temel kategoriden oluşan bir blog sitesinin haftanın 7 günü sadece teknoloji üzerine yazılar yazması bana çok mantıklı gelmiyor. Her gün bir adet farklı kategoride yazılar yazılması blog açısından çok daha işlevsel olacaktır.

 

4. Hit almak mı yoksa kaliteli ziyaretçi kitlesi mi?

 

Öncelikle bu konuya karar verilmeli. Bir blogun çizgisi olmalıdır. Bazen 3 satır yazı yazarsınız ve bu yazınızı 3 bin kişi okur, bazen de farklı bir yazınızı sadece 200 kişi okur. Burada temel etken yazdığınız yazının amacının ne olduğu ile alakalıdır. Bilgi ve deneyimlerinizi, yaşam tarzınızı ve kaleminizdeki kişiselliğinizi yazınıza aktarabiliyorsanız sizin için yazınızı kaç kişinin okuduğunun bir önemi yoktur. Ben, blogumu ziyaret eden kitlenin belirli bir seviyede olmasını isterim. Zaten süreklilik de bu mantalite ile kazanılır.

 

5. Blogunuzu özel kılın

 

Kendinizi bir an için ziyaretçi olarak düşünün ve rastgele bir konu araştırın. Çeşitli siteleri ziyaret edin. Aradığınızı bulma yolunda bıkmadan ilerleyin. Gerçekten de sitelerdeki o bıktırıcı temalardan, yavaşlıklıklardan ve reklamlardan tiksineceksiniz. İşte blogunuzu diğerlerinden ayıracak en önemli 3 özel nokta. Bunlara dikkat edildiğinde geriye sadece yazıların kalite değeri kalır.

 

Sonuç olarak, kalite her zaman ayrıntılarda gizlidir. Her ayrıntı önemsenmeli. Çünkü önemsenen ayrıntılar sizin kalitenizi ortaya koyar ve çizginiz herkes tarafından beğenilebilir.

 

Herkese sevgilerimle.

 

Yazar Hakkında: Emrah Kara uzun zamandır blog yazarlığı yapmaktadır. Şu anda çeşitli konularda yazdığı yazıları sahibi olduğu emrahkara.com.tr internet adresinde yayınlamaktadır.

 

Blog: www.emrahkara.com.tr

Mail: mail[at]emrahkara.com.tr

Bir gazeteci olarak hayatım / Marquez

Gabriel Garcia Marquez'in Inter-American Press Association toplantısında yaptığı konuşmadan derlenmiş, Index on Censorship dergisinin 25. yıldönümü özel sayısında (Mart 1997) yeralmış metni, Mustafa Dağıstanlı çevirmişti, ben de haysiyet.com'da yayımlamıştım. Marquez artık yok. Haysiyet.com da. Ama yazı kalır. Kulağımız Marquez'de:

Elli yıl kadar önce gazetecilik okulları yoktu. İşi haber merkezinde öğrenirdi insan, matbaada, civardaki kahvede ve Cuma akşamı meyhanelerinde öğrenirdi. Tüm gazete, gazetecilerin üretildiği ve ıvır zıvır tartışmalar olmaksızın haberlerin basıldığı bir fabrikaydı. Biz gazeteciler daima omuz omuza dururduk, ortak bir hayatımız vardı ve öylesine tutkuyla bağlıydık ki işimize, başka hiçbir şeyden konuşmazdık. İş, kişisel hayata çok az yer bırakan sıkı arkadaşlıklar geliştirirdi. Rutin editoryal toplantılar yoktu, ama her akşamüstü saat beşte tüm gazete haber merkezinin bir köşesinde kahve molası için toplanırdı. Bu, gazetenin her bölümündeki günün konularını tartıştığımız ve ertesi günkü gazeteye son rötuşlarımızı yaptığımız açık bir toplantıydı.

Gazete, o zaman, üç büyük bölüme ayrılmıştı: haberler, makaleler ve editoryal. En prestijli ve hassas olanı editoryal bölümdü; bir muhabir en alt basamaktaydı, bir stajyerle getir götür işleri yapan biri arasında bir yerlerde. Ben 19 yaşında acemi bir muhabir olarak başladım kariyerime ve basamakları yavaş yavaş çıkarak en üst pozisyon olan editoryal yazarlığa kadar yükseldim.

Sonra gazetecilik okulları ve teknoloji geldi. İlk mezunlar kısıtlı bir gramer ve sentaks bilgisiyle, karmaşık kavramları anlama zorluğuyla ve tüm etik mülahazaları hiçe sayarak bedeli ne olursa olsun "atlatma" habere önem veren tehlikeli bir mesleki yanlış anlamayla avdet ettiler. Meslek, anlaşılan, kendi iş aletleri kadar hızlı gelişmedi. Teknoloji labirentinde kaybolan gazeteciler, hiçbir kontrol olmaksızın mesleği delice bir hızla geleceğe taşıdılar. Başka bir deyişle; gazetecilik işi, meslek ruhunu güçlendiren eski katılım mekanizmasını bir yana bırakarak, maddi modernizasyon için kendini gözü dönmüş bir rekabetin içine soktu. Haber merkezleri, okuyucuların kalplerindense uzay dışı varlıklarla iletişim kurmaya elverişli laboratuvarlar haline geldi.

Teleks icat edilmeden önce, Allah yoluna baş koymuş bir rahibe radyoyu dinlerken, gaipten gelen fısıltılar gibi havada uçuşan dünya haberlerini yakalardı. İyi donanımlı bir yazar, sanki bir tek omurdan yola çıkarak bir dinozorun iskeletini yeniden kurar gibi, arka plan bilgilerini ve diğer ilgili ayrıntıları ekleyerek dağınık parçaları biraraya getirirdi. Bir tek editoryal yazmak yasaktı, çünkü o gazete yayıncısının kutsal hakkıydı; o yazmamış olsa da herkes editoryalleri onun yazdığını varsayardı ve istisnasız içinden çıkılmaz durumda gelen bu metinler daha sonra yayıncının kendi sekreteri tarafından anlaşılır hale sokulurdu.

Şimdi, olgu ve fikir içiçe geçmiş durumda: haberlerde yorum var, editoryaller de olgularla bezeli. "Haber kaynakları"ndan veya (adının açıklanmasını istemeyen) "hükümet yetkilileri"nden veya her şeyi bilen ama kim olduklarını kimsenin bilmediği gözlemcilerden alıntılar, cezasız kalan tüm ihlalleri örtbas ediyor. Ama suçlu taraf, ahmakça alet olup olmadığını, bilgiyi haber kaynağı tarafından seçilen biçimde aktarırken manipüle edilip edilmediğini kendine asla sormaksızın kaynağını açıklamama hakkını elinde tutuyor. Ben kötü gazetecilerin haber kaynaklarına kendi hayatları gibi bağlandıklarına inanırım; özellikle, bu bir resmi kaynaksa, onlara mitik nitelikler bahşettiklerine, onları koruduklarına, beslediklerine ve sonunda ikinci bir kaynak ihtiyacını reddetmeye yol açan tehlikeli bir suç ortaklığı geliştirdiklerine inanırım.

Bence bu oyundaki diğer suçlu ses kayıt cihazıdır (teyp). O icat edilmeden önce, iş sadece üç şeyle gayet iyi yapılıyordu: not defteri, şaşmaz bir ahlak (etik) ve kaynakların söylediği şeyleri duyan bir çift kulak. Kayıt cihazı için mesleki ve ahlaki kılavuz henüz icat edilmemişti. Birilerinin genç muhabirlere öğretmesi gerekiyor ki, kayıt cihazı hafızanın yerini tutacak bir şey değil, eski moda not defterinin geliştirilmiş basit bir türüdür.

Kayıt cihazı dinler, tekrar eder -dijital bir papağan gibi- fakat düşünmez. Sadıktır, fakat kalbi yoktur; ve nihayet, harfi harfine kaydedeceği şey, konuşulan kişinin gerçek kelimelerine kulak kesilen ve aynı zamanda, o kelimeleri bilgisi ve tecrübesiyle ele alıp değerlendiren gazetecinin yakaladığı şeyden asla daha güvenilir olmayacaktır.

Kayıt cihazı, şimdilerde röportaja verilen aşırı önemden dolayı bütünüyle suçlanmalıdır. Radyo ve televizyonun doğası gereği, onlar için vazgeçilmez olacağı belliydi. Şimdi öyle görünüyor ki, yazılı medya bile gerçeğin sesinin gazetecininki değil, mülakat yapılanınki olduğunu kabullenen bu yanlış fikri paylaşıyor. Belki de çözüm, gazetecinin dinlediği şeyi edit edebileceği adi not defterine dönmek ve kayıt cihazını paha biçilmez bir tanık olarak asli yerine oturtmaktır.

Günümüz gazeteciliğini yozlaştıran ve mahçup eden etik ihlallerinin ve diğer sorunların her zaman ahlaksızlıktan değil, aynı zamanda mesleki yetenek eksikliğinden kaynaklandığına inanarak biraz rahatlayabiliriz. Belki de gazetecilik okullarının talihsizliği, kimi yararlı hilelerini öğretirken, mesleğin kendisi hakkında az şey öğretmeleridir. Gazetecilik okullarındaki her eğitim üç temel ilkeye oturmalıdır: ilki ve en önemlisi, istidat ve yetenek olmalıdır; sonra, "araştırmacı" gazeteciliğin özel bir şey olmadığı, tüm gazeteciliğin, tanım olarak, araştırmacı olduğu bilinmelidir; ve üçüncüsü, ahlakın (etik'in) öylesine bir meslek şartı değil, vazgeçilmez bir şart olduğu bilinmelidir.

Her gazetecilik okulunun nihai hedefi, temel iş eğitimine dönmek ve gazeteciliği orijinal özelliği olan kamu hizmeti haline getirmek; eski haber merkezlerinin tutkulu, gayrıresmi beş çayı molası seminerlerini yeniden keşfetmek olmalıdır.

Günün denklemi - Kim değişebilir, kim değişmeli?

Çoğumuza göre, Türkiye'nin güncel açmazı, demokrasiden otoriter rejime doğru doludizgin yol alan, üstelik yolsuzluğa batmış bir lider partisinin yakın vadede seçimle devrilemeyecek oluşu. Hattâ kuvvetler ayrılığının imhası, iktidar gücünün tepedeki tek kişide yoğunlaştırılması, demokrasinin olmazsa olmazlarının terk edilmesi süreçlerinin baş mimarı olarak sahne alan Başbakan Erdoğan'ı başlıbaşına "Türkiye'nin açmazı" payesine layık görsek kimse saçmaladığımızı söyleyemez.

Recep Tayyip Erdoğan neden başlı başına bir açmazın vücut bulmasıdır? Birincisi, karşımıza bir Muhaberat devleti projesiyle çıkan kişi, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük demokratikleşme hamlesi olmaya aday "barış süreci"nin kurucularındandır. İsteyen istediği kadar, bu süreci yalnız bir tarafın gösterdiği "sabır" veya basirete bağlasın, bu asla tek taraflı bir girişim değildir ve Erdoğan bu politikayı devlet adına, hükümet ve iktidar partisi adına resmen sahiplenen, üstlenen kişidir.

Ancak süreçteki bu konumu, Erdoğan'ı ikinci bir yönden daha "açmaz" statüsüne yerleştiriyor. Erdoğan'ın böyle bir politikayı, aslında içerikçe buna hiç de gönüllü olmayan bir örgüte sorgusuz sualsiz buyurabilmesi, onun lider olarak gücü, yani tek adamlığı sayesinde oldu. Belki aynı kararlılıkla kavgaya da sürüklenebilecek geniş kitlelerin süreci itirazsız kabullenmesinde bu etken daha da belirleyici. "Erdoğan barış sürecini rehine aldı" deniyor. Doğru. Soru, "nasıl alabildi?" olmalı. Ve bunu yaparak, kendisini bir tür sigorta durumuna getirdi. Yani başka politikalarıyla bütün memlekete kısa devre, kontak… ne varsa yaptırıp toplumu havaya uçurma tehlikesi yaratan bir siyasetçi, bu alanda sağladığı hegemonik konumla, barış sürecine angaje olmuş herkesi kendine muhtaç kılıyor.

Erdoğan bunu nasıl başarıyor? Bir yandan günde sekiz-on kitlesel kavga, katliam, linç girişimi vs. çıkarabilecek hırçın tavırları, galiz sözleri, haşin nutuklarıyla korku salmaya çalışırken bir yandan insanları nasıl "barışın sigortası" olduğuna ikna edebiliyor?

İki sebebi var. İlkine demin değindim: Herkes biliyor ki, Erdoğan barış dediği sürece barış süreci devam edecek, ona rağmen kimse savaş yoluna sapamayacak. Nitekim hükümet-Cemaat kapışmasının bir boyutu, tam da buradan kaynaklanıyor. Cemaat barış sürecinden hiç haz etmiyor (aşağıda daha uzunca ele alacağım). Erdoğan'ın Cemaat'in gücünü ve inisiyatifini kırması bu yüzden de zorunluydu.

Erdoğan'a bir çeşit sigorta konumunu veren ikinci etken, Cemaat'in de bir parçası olduğu, parçası olmakla kalmayıp, Kürt sorunundaki niyetini, duygusunu ve yaklaşımını damıtıp politika önerisi haline getirdiği muhalefet.

Muhalefetin Erdoğan'a katkısı


AKP hükümeti, Öcalan ile birlikte bu "barış süreci" politikasını yürürlüğe koyduğundan beri ana muhalefetten (CHP-MHP'yi birarada böyle niteleyebiliriz) bu mevzuda duyulmuş tek anlamlı söz yok. Arada çıkan sesler, hep barış sürecine, PKK ile görüşülerek, "masaya oturularak" bulunacak çözümlere karşı hezeyanları dile getiriyor. Yeni söz duyulmayınca, CHP ve MHP'nin daha önceki tavırlarına bakılıyor, haliyle.

Kürtler konusunda MHP'nin herhangi bir yapıcı, sorun çözücü tutumundan, iyiliğe yorulacak herhangi bir politikasından bahsetme şansımız var mı? Yok. Kürtlerin, "kimbilir, belki MHP hakkımızda iyi düşünüyordur" deme ihtimali var mı? Cevap vermeyeyim isterseniz. Muhalefetin bir bölümü böylece bu mevzuda devreden çıkıyor.

Ya CHP? Kaset komplosuyla işbaşına gelen Kılıçdaroğlu'nun "yeni CHP"si, Tayyip Erdoğan'ın "Yeni Türkiye"si kadar bile anlamlı değil. CHP'nin genel manzarasına girmeyelim, Kürt sorununa ilişkin CHP'den ne beklenebileceğine, klasik CHP'linin gözünde Kürtlerin, Kürtlerin gözünde bu partinin ne olduğuna bakalım. Eski devlet partisinin şu anda "ora"lardan aldığı oyları hatırlatmayayım en iyisi. Zira o durumda herhangi bir aklı başında insan, Kürtlerden bahsederken niye CHP'yi işin içine kattığımızı sorabilir; ve haklı olur.

Fakat biz el mahkum katmak zorundayız. Erdoğan'ın ne olduğunu, nasıl bir rejim istediğini bilen Kürtlerin dahi onu barış ve görüşmeler için bir tür sigorta olarak görmesinin sağlam sebebi işte burada ortaya çıkıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk defa, görüşmeler yoluyla kalıcı haklar ve belki bir statü sağlamanın eşiğine yaklaşmış Kürtlerin, hangi başka ihtimal veya alternatifleri gözeterek, AKP hükümetiyle etrafında şimdilik taktik dansı yaptıkları masadan yüz çevirmeleri bekleniyor?

Hâlâ "önce ezelim" tantanası


Şimdi biraz daha açık konuşalım. "Barış süreci" diye bir şeyin sözü edilmeye başlandığından beri pek çok ağızdan dile getirilen ve aslında CHP'liler ile MHP'lilerin üstünde birbirlerine yaklaştıkları esas köprüyü oluşturan bir görüş var: "Tamam, Kürt sorunu çözülsün, barış olsun, ama bu şekilde değil!" Bunu dile getirenlere "peki, ne şekilde?" diye sorduğunuzda cevap, ya bir-iki utangaçça mırın kırın etmeden sonra ya da doğrudan, salyalar saçılan bir ağızla, aşağı yukarı şöyle bir şey oluyor: "Önce PKK (silahlı güçleri) ezilsin!" Bunun nasıl bir barış görüşmesi hayali olduğunu anlamak zor değil: Önce ezeceğiz, sonra "haydi gelin, affettik" diyeceğiz, filan herhalde.

Tabiî bu cevaba karşılık aklı başında herkesin ortaya sürebileceği bir koz daha var: Peki, ama bu silahlı güç ezilemiyor işte, otuz senedir ezilemiyor, o zaman ne olsun? İşte bu aşamaya gelindiğinde, "ezelim"ciler ister istemez rahatsız oluyor, gözler devriliyor, kaşlar çatılıyor, söylenemeyenler gözlerden okunuyor. Bazıları da açıkça telaffuz ediyorlar, yapılması gereken ama bugüne kadar ya lüzumsuz yumuşaklık gösterildiği için ya "dışarıdan" çekinildiği için yapılamayanı. "Katliam mı olsun?" Birisi şu cevabı verdi bana: "Abi zaten olmuş olacağı kadar. Ezelim geçelim, bitsin bu iş."

Şuna dikkatinizi çekmek isterim: Meselâ benim örneğimdeki konuşma, "Tamam, barış olsun, ama bu şekilde değil"le başlamıştı. Başka yere sıçramadan, “Âkil Adamlar" sürecinde CHP'li ve MHP'li zevatın yürüttüğü organize karşı faaliyeti de hatırlatayım. Faşistler ve 10 Kasım töreni atmosferini toplantı salonlarına taşımaya çalışan Kemalistler, meselelerin konuşulmasını bile engellemek için canla başla uğraştılar. ("Âkil Adamlar" girişimine, şu ya da bu kişinin özellikleri, münasipliği-uygunsuzluğu nedeniyle veya yöntem yüzünden değil, sırf AKP böyle bir işe kalkıştı diye, Kürt sorununun çözümüne faydası olur mu olmaz mı bakmadan karşı çıkan apolitik-sorumsuz muhalefeti sadece anıp geçiyorum.)

Cemaat'in tehlikeli hayalleri


Ruşen Çakır, 16 Nisan'da, seçimlerden önce elden dağıtılmak için hazırlandığına kanaat getirdiği, "Barış içinde adil yarınlar için demokratik uyarı daveti" başlıklı bir metne dayanarak, Cemaat'in çözüm sürecine "sahici" yaklaşımını aktardı ("Cemaat, çözüm sürecine sahici olarak nasıl bakıyor?") Beş sayfalık metinden Çakır'ın aktardıkları, Cemaat'in Kürtlere yönelik kararlı şiddetinin gayet sağlam temellere dayandığını ortaya koyuyor. Cemaat'in starlarından eski istihbaratçı polis müdürü Ali Fuat Yılmazer'in Twitter'daki faaliyetini iki gün izlemek bile gayet iyi fikir verir ama Ruşen Çakır'ın aktardıkları, meseleyi tek seferde tek dozda kavramak isteyenler için daha elverişli. Şöyle denmiş o metinde: "Sözde ‘Barış Süreci’nin beyin takımı, terör örgütüne adeta boğuldu-boğulacağı bir anda, devlet içinden bir can simidi atmıştır." Metinden anlaşıldığı kadarıyla Cemaat'in halihazırdaki Kürt politikası şu tesbitlere dayanıyor: (1) Kürt sorunu diye bir şey yoktur, Terör (T'si büyük harfle), PKK ve KCK sorunları vardır, (2) Devlet bir yandan Kürt halkına çok iyi davranıyor ve onu kazanıyordu, öbür yandan PKK'ye "örgütün aklını başından alan" darbeler vuruyordu, (3) Tam bu esnada "sözde barış süreci" başlatıldı, örgüt kurtarıldı, (4) Şu anda yürütülen süreç, bir parçalanma sürecidir.

Cemaat'in bu metni, aslında bütün parlamenter muhalefetin yaklaşımını özetliyor, ondan ileri, bir somut adım daha atıyor, barış sürecinin zamanlamasına dair üstü kapalı bir "ihanet" iddiası da barındırıyor. Devletin düşmanına devlet içinden "can simidi atılması" başka ne anlama gelir ki? Cemaat'in MİT'le mücadelesi bağlamında her şeyin üstünün açıldığına tanık olduk, bu yüzden bu "ihanet" iddiasının, iddia sahiplerinin gözünü karartmışlığını gösterdiğini düşünebiliriz. Ayrıca burada özetlenen görüşlerin arasına yedirilmiş kanlı "çözüm" önerisini de gözden kaçırmamalıyız. Karşımızda bütün olarak bir katıksız sertlik politikası var. Parlamentodan, BDP grubu ve bazı Kürt parlamenterler dışında, bu milleti hakime hezeyanına katılmayacak beş-on milletvekili ya çıkar ya çıkmaz.

Parlamento dışında


Sokak deyince akla gelecek ilk muhit, "Gezi"dir. Gezi isyanı, özellikle kıçı rahat şehirli Kemalist güruhtan insanların belki de "Kürt realitesi" ile ilk defa -ve sahiden- tanıştığı ortamdı. Medyanın penguen pratiklerinin de katkısıyla, birçok insan Kürt sorununa ilişkin bir zihinsel aydınlanma yaşadı. "Kürt sorununa ilişkin her şeyi bugüne kadar bu medyadan öğrendik" tesbiti, uyandırıcı bir tesir yaptı. En az bunun kadar önemli bir etken, Gezi'de Kürtlerin sınırlı ama etkili, anlamlı varlığıydı. Kürtlerin Kürtçe konuşmasını bile henüz içine sindirememiş birçok insan, parka yaklaşırken gözlerini kaçırdıkları kırmızı-sarı-yeşil bayraklara birkaç gün sonra mecburen alıştılar. Sanal âlemde "Kaldırtsanıza o Apo resimlerini oradan! Kaldırmıyorlarsa tutun indirin!" ahkâmları kesenlere, parktaki kafadarları muhtemelen manidar manidar gülüp geçmiştir, çünkü Gezi ruhundan tadan, orada böyle bir işe kalkışılamayacağını biliyordu. Nitekim, denemeye kalkanlar oldu, cevaplarını alıp oturdular. Zaten Gezi'nin hemen ardından, Lice'de vurulan Medeni Yıldırım'ın anıldığı gösteride, Atatürk'lü Türk bayrakları taşıyanlar da "Diren Lice, Taksim seninle!" diye bağırıyordu. Halk TV, Lice'den canlı yayın yapıyordu.

Ama Halk TV'nin canlı yayınında, bölünmüş ekranın öbür kısmında, hamasi milliyetçi laflar eşliğinde ayyıldızlı kasket promosyonu yapılması gibi, Gezi isyanından kısa süre sonra, TC'li şahsiyetler anti-Kürt söylemleri canlandırdılar, sanal âlem AKP'ye barış süreci üzerinden edilen hakaretlerle doldu. Gezi uzakta kaldıkça, 30 Mart 2014 yerel seçimleri yaklaştıkça, "muhalefet"in en önemli ortak kaldıraçlarından biri, "ülkenin bölünmesi" teranesi oldu. Tayyip Erdoğan, diktatörlük özlemleri kadar, "bölücü Apo ile masaya oturan" adam olarak eleştirildi. Seçimde "Ülkücüler TOMA'ya direniyor, solcular oyları koruyor…" hikâyeleri, hiç de az olmayan bir oranda, bu "birlik-bütünlük" motifleri eşliğinde ballandırıldı. Hattâ AKP muhaliflerine atfen durmadan vurgulanan, üzerine binalar kurulan "birlik" motifi, çoğu zaman "ülkenin birliği"ne çağrışım yaptırabildiği için özel duygularla bezendi ("Birleşince ne kadar güzelsin Türkiye...").

Yani ne kadar radikal, fedakâr ve gözü pek olursa olsun parlamento dışı muhalefetin hatırı sayılır bölümü de Kürt sorununda barış süreci öncesi yaklaşımlarla, tehlikeli ve olumsuz duygularla, bataktan başka yere götürmeyen, hunharca "çözüm" önerileriyle mâlûl. (Bazen unutuyoruz: Sahici "Gezi ahalisi" ve sahici demokratlar, muhalefetin küçük bir bölümünü oluşturuyor.)

Net'çe itibarıyla


Naçizane, iddia ediyorum ki, AKP'nin tahakküm, liderinin otokrasi sevdasına kararlı ve güçlü şekilde daha baştan ket vurulamayışının en önemli sebebi, memleketimizdeki muhalefet güçlerinin niteliğidir. Özel olarak, muhalefetin Kürt sorunundaki zihinsel-duygusal âlemidir. Muhalefet, Kürt sorununda tanımlı, kararlı ve güvenli bir adımı, politikayı tarif etmede, seçmenine kabul ettirmede isteksiz ve beceriksiz. Kürt sorununun üstünden, aşağı bomba sallayarak veya başka yöne bakıp ıslık çalarak geçmeye kalkan herkese karşı, "barış sürecini yürütüyorum" diyen, bir adım önde olacak. (Bunun, başbakanın samimiyetiyle hiç ilgisi yok, barış sürecinden muradıyla az ilgisi var.)

Denklemimiz, elbette bizi demokrasi sonucuna ulaştırabilecek bir denklem değil. Aksine, meçhule karşı bilinenin, zaten bel bağlanmış olunanın tercih edileceği, dengesiz, rizikolu bir denklem. Bir yanda anti-demokrat lider + potansiyel Muhaberat devleti + barış süreci yeralıyor, öbür yanda Kürt sorununda çözümsüzlük + demokrasi konusunda belirsizlik. Sizce hangi etkenler değişebilir ve değişmeli?
Modern Combat 4 Zero Hour Android  APK indir

Modern Combat 4 Zero Hour Android APK indir

Modern Combat 4: Zero Hour v1.1.5 APK

Oyun Açıklaması 

# 1 Eylem FPS oyunu daha da mobil oyunsınırlarını zorlamaya yeni bölüm ile akıllı telefonunuza geri döndü . Nükleer savaşardından , küresel yıkım önlemek içintek şans izini ve bir korkutucu tanıdık terörist gruptandünyanın liderlerini kurtarmak gerekirbirkaç elit askerlerinelinde.

HİÇEN UNUTULMAZ EYLEM tetikçi haline DALIŞ
Hikayenin dramatik yoğunluğunu hissediyorum ve dekötü adam , Edward Page oynayarakhikayenin iki tarafını görmek .
Yeni bir taktik hareket sistemi ilesavaş hakim !
Barselona Antarktika tümdünyada savaş !
TECRÜBE CONSOLE grafik ve ses kalitesi
Konsol - benzeri grafikler , canlı animasyonlar ve dinamik nesneler ilesavaşkaos hissedin .
Şaşırtıcı Ragdoll efektleri veen gerçekçi duygu araçlarda şimdiye içinHavok Engine tarafından desteklenmektedirilk Gameloft başlığı.
Geliştirilmiş ses ve sessinema sektöründe tanınmış bir stüdyo tarafından gerçekleştirilen oyunculuk .
Bir tamamen yeniden tasarlanmış multiplayer moduna KEYFİNİ
Geliştirilmiş loadouttur sistemi ve üzerinde 20.000 silah düzenlemeler ile çevrimiçi kendi oyun profilini Forge !

Yeniden tasarlanan becerileri ile yeni bir uzmanlık sistemi.
Yeni bir sıralama sistemi ileonline liderler üstüne karakter kurşun !
Eylemler oyun , FPS (First - Person Shooter ) , savaş oyunları , çok oyunculu ve online oyunlar tüm hayranları için , vesavaş hakim isteyen tüm oyuncular için !

Bu sürümde neler var : ( Güncelleme: 1 Nisan 2014 )
Küçük hata düzeltmeleri .
Gerekli Android O / S : 2.3 +




Apk Oyun indir

© 2015 MakaleDostu, Tüm hakları saklıdır.

Ping your blog, website, or RSS feed for Free
Back To Top