Çalışmayan BH Kodları Ve Dropbox Sorunu
Şşş, baksana, bunlar sahiden gazeteci mi?
Öbür büyük mesele: Türklerin geleceği
Türkiye'ye "aracı" konumu mu? - Bir işaret
Rehinelerin bekletilmesi neyi kanıtlar?
Rehineler meselesinde yeni sorular
Hangi fotoğrafı kaldırayım, Berna Hanım?
Bir tahmin: Türkiye'ye "aracı" konumu?
Rehineler meselesi - Bilebildiklerimiz
Android Resimli Kelime Bulmaca Oyunu Cevapları Tümü
Diren Kobanê ...kim..? seninle?
Pes 2013 Full Pc Oyun indir
Şu anda acil cevap bekleyen sorular
Zirvenin karanlığı
Pedagoji Derneği'nin Koton'a mektubu
İD ve Müslümanlar - bir izah
Koton'un özür borcu var, hem de çok
Instagram Fotoğrafları Bloga Nasıl Eklenir?
Pro Evolution Soccer 2014 Full Türkçe indir
Kötülüğün minik masum halleri
Toplantıda var, imzası yok - flaş diye buna derim
Obama'nın konuşmasından sonra

Sınır kapısında ne oluyor? - Geceyarısı esrarı
Aynı sırada, tanklı toplu kalabalık bir İD konvoyunun Tel Ebyad'dan Kobanê'ye doğru harekete geçtiği yolunda haberler de geliyor. Bunlar arasında bağlantı kuranların bir kısmı, İD konvoyu Kobanê'ye rahat geçsin diye TC'nin sınır kapısındaki askeri polisi çektiğini iddia ediyor. Orada bunca görgü tanığı varken buna ihtimal vermek zor. Şu anda sınır kapısı kimbilir kaç kişinin gözetimi altında. Fakat devlet için en kritik sınır kapısı bütün gece nasıl başıboş bırakıldı, anlamak mümkün mü? Kobanê'ye yardım etmek isteyenler rahat geçsin diye yapılmadı bu herhalde! Bölgedeki insanların hiçbir yetkiliye ulaşıp durumu sormuyor oluşu da anlaşılmaz göründü doğrusu.
Günlerdir, olayları uzaktan izlemek durumunda olan, ama oradaki direnişi kalbiyle ruhuyla destekleyen insanların en büyük sıkıntı çektiği konulardan biri, sağlıklı bilgi alabilmek. Ne yazık ki, genellikle, birkaç tecrübeli yabancı gazeteci dışında hiçbir kaynaktan güvenilir haber alınamıyor. Bu tekinsiz durumda da endişe içerisinde beklemek dışında bir şey elden gelmiyor.
Saat 03:15 itibarıyla, Tel Ebyad'dan Kobanê'ye 70 kilometrelik yol kat etmek zorunda olan İD konvoyuna dair başka haber de alamadık. Almayı beklediğimiz haber, elbette, konvoyun koalisyon uçaklarınca vurulması. Buna karşılık, Amerikan jetlerinin epey uzakta, Irak/Felluce'de çok alçaktan uçarak bir sürü yeri bombaladığına dair haberler geldi. [ Sabah 08:00 itibarıyla bu konvoya dair herhangi bir yeni bilgi yoktu. ]
[ EK/08:00
Sabah saat 06:50 itibarıyla sınır kapısında herhangi bir devlet görevlisi hâlâ yoktu, HDP Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız, "Dün akşamdan beri bulunduğumuz Mürşitpınar Sınır Kapısı Şırnak'tan gelen sınır direnişçileri tarafından korunuyor," diye tweet atmıştı. 07:45'te Sarıyıldız duyurusunu yineledi, sınırda kontrolu hâlâ "Şırnaklılar"ın sağladığını bildirdi. ]
[ EK/09:30
Sabah İMC TV'nin sayfasına "Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndaki güvenlik önlemleri kaldırıldı" başlıklı bir haber girildi. Habere göre, "DBP’li belediye eşbaşkanları ile HDP milletvekilleri Ayla Akat Ata, İbrahim Ayhan ve DBP Eş Başkanı Kamuran Yüksek" halen "sınırda nöbet tutuyor". HDP Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan da, "kaygılandıkları için sınır nöbeti tuttuklarını", "sınır kapısından giden gelen araçları kontrol edeceklerini" söyledi.
(Bu başlık altında sınır kapısının akıbetini izlemeyi bırakıyorum, başka ek yapmayacağım.) ]
Çalışmayan BH Kodları Ve Dropbox Sorunu
Son günlerde Blog Hocam’da paylştığım eklentilerin bazılarının çalışmamaya başladağını fark etmişsinizdir. Sorunun ne olduğu ve çözümüyle ilgili bir yazı yazmak için anca fırsat bulabildim. Konuya geçmeden önce buradaki eklentilerle ilgili kısa bilgi vermek istiyorum.
Hem kendim kodladığım, hem de hazır alıp düzenlediğim tüm eklentileri Blog Hocam’da paylaşmadan önce test blogumda mutlaka deniyorum, düzgün çalışıp çalışmadığına emin oluyorum. Paylaştığım eklentilerin hiçbirinde ne herhangi bir reklam, ne de manipüle edici bir gizli kod yoktur.
Gelelim son günlerde çalışmayan eklentilerin sebebine. Eklentilerin bazlarında harici javascript veya css dosyaları vardır. Bu dosyaların hepsini silinmemesi ve güvenli olması için kendi Dropbox hesabımda saklarım. Birisi bu eklentileri kullandığı zaman ilgili javascript veya css dosyası benim dropbox hesabımdan çağırılır ve çalışmaya başlar. Peki herşey normal ve kusursuz gibi gözüküken bu sorun nereden çıktı?
Görmüş olduğunuz bu resim bir süre önce Dropbox ekibi tarafından bana gönderilen bir maile ait. Söylediklerine göre benim herkesle paylaştığım bu javascript, css gibi dosyalar çok fazla trafik harcadığı için askıya alınmış. Bu yüzden şuan eklentilerin bir kısmı çalışmıyor.
Fakat endişe edecek bir durum yok. Dropbox dosyaları silmedi, sadece kullanımını durdurdu. Dolayısıyla tüm dosyalar şuan bende mevcut. Bu dosyaları tek tek başka bir sunucuya yükledim ve yine herkesle paylaşıma açtım.
Sizin yapmanız gereken şey ise şu;
1. Eklemiş olduğunuz eklentide Dropbox’a ait linki bulun (https://dl.dropbox.com/…….. şeklinde)
2. Blog Hocam’da çalışmayan ekentiye ait yazıyı bulun.
3. Dropbox linkinin yerine güncellenmiş yeni linki bulun (http://yourjavascript.com/……. gibi) ve Dropbox linkinin yerine onu kopyalayın.
Not: Çok fazla dosya olduğu için arada atladıklarım olabilir. Çalışmadığını düşündüğünüz linkler varsa veya linki değiştirirken problem yaşarsanız bu yazının altına yorum bırakın lütfen. En kısa sürede ilgilenip yanıtlamaya çalışacağım.

Şşş, baksana, bunlar sahiden gazeteci mi?
Dünyada basın özgürlüğü ve gazetecilerin sorunları alanında çalışan iki büyük kuruluşun temsilcilerinden oluşan bir heyet, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere yetkililerle ve basın temsilcileriyle görüşmeler yapmak üzere Türkiye'ye geliyor (siz bunları okuduğunuz sırada gelmiş de olabilirler). 20 kişiyi bulması beklenen heyet, New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi ile Viyana Merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) üyelerinden oluşuyor.
Erdoğan'ın hışmından son nasiplenen gazete, New York Times, haberi verirken, heyetin özellikle, otoritesini zedeleyen haberlerden ötürü gazetecileri ve bağlı bulundukları kuruluşu "azarlamasıyla ünlü" cumhurbaşkanı ile görüşme amacında olduğunu belirtti. Hayır, artık bunu okuyunca yutkunmuyoruz elbette. Bu söylenen, "cumhurbaşkanının bıyığı var" kadar alelâde bir söz. Aştık bunları.
Haberdeki esas utandırıcı kısım, bu seyahatin organize ediliş aşamasına ilişkin. Erdoğan New York'ta, ABD'nin meşhur Dış İlişkiler Konseyi'ne gittiği sırada, basın dünyasının (veya dünya basınının) duayenlerinden, şu anda Reuters'ta bir tür serbest başyazar konumu işgal eden Harold Evans kendisine bu heyetin ziyaretinden sözediyor. Ve heyet gelirse onlarla görüşüp görüşmeyeceğini soruyor. Bunun üzerine Erdoğan ne yapıyor? "Bunlar sahiden gazeteci mi?" diye soruyor!
Sonra gerekli bilgiyi alıp "memnuniyetle görüşeceğini" söylüyor, randevu için arkadaşları arasınlar, diyor, vs. Bu ayrıntıları okuduğum New York Times haberine göre, görüşmenin yeri zamanı henüz belli değil.
Ben tabiî şunlara takılıp kaldım: Erdoğan "peki bu gelenler sahiden gazeteci mi?" diye sorarken, içten güvensizliğini ne tür jest ve mimiklerle belli etti? Hınzırca bir tertibi henüz plan aşamasındayken teşhis etmiş olmanın haklı gururu bu ifadeye eşlik etti mi, bir şey kattı mı? Evans sorulanı ilk seferde anladı mı? Yüzü ne hal aldı? Cevap verirken gerilmiş miydi, içten gülüyor muydu? Önce bir "nasıl yani?.." dedi mi? Etrafta bütün bunlara şahit olanlar var idiyse, onların durumu neydi?

Öbür büyük mesele: Türklerin geleceği
1990'lardaki korkunç, yaygın ve derin zulme rağmen, bu zulüm yıllarında en azından "üzülüyoruz" anlamına gelebilecek minicik bir jesti dahi göremediği Türk toplumundan manen bütünüyle kopmayan Kürtleri daha öteye, uzağa, çok uzağa itmek için bundan daha münasip bir politika izlenemezdi. İD'e henüz IŞİD'ken sağlanan destekler, Türkiye topraklarında radikal İslâmcı militanların cirit atması, sınırı keyiflerince kullanmaları, bunlara TIR'larla silah, mühimmat gönderilmesi, şu bu, hepsi, Kobanê direnişi karşısında alınacak farklı bir tavırla hafızaların acilen ve her gün kullanılmayacak biryerlerine atılabilirdi belki. Artık çok zor.
Türkiye'de devleti yönetenleri zaman zaman şuna değil de buna önem verişlerine göre ayırt edebilirsiniz; genişçe bir insan grubunun duygularını hiçe sayma, insanların yaşama isteğini, aidiyet hislerini, onsuz edilmez duygularını, kısaca gönlünü kırma, ezme, parçalama konusunda hepsi aynı saftadırlar. Roboski... katliamdan sözedebilmek için on saat devletten talimat bekleyen, her renkten medyanın bu içselleşmiş refleksi, katliamdan iki gün sonra yılbaşı eğlenceleriyle kendinden geçen modern, çağdaş, vesaire insanlar, katliama kıskançlıkla sahip çıkan, yüreğinin telinin titremediği belli olan dindar siyasetçiler ve ölen Kürtler olduğu için namazda selâmını başını hep aynı tarafa, öbür tarafa çevirerek veren mütedeyyin ahali ile, Türklerin Kürtlere, 1990'lardan sonra bir defa daha, "sizin başınıza gelen bizi ilgilendirmiyor" dediği bir sembolik olaydı.
Muazzam bir kırılmaydı. Ama boyutları fark edilmedi. Çünkü Türkler uzun süredir, doğudan gelen herhangi bir çatırtıyı duyma ve ne manaya geldiğini idrak etme kabiliyetine sahip değil.
1990'ların üzerine bir de Roboski yaşandıktan sonra hâlâ bütünüyle kırılmamış şeyi şu anda, çoğunluk oylarıyla iktidara gelmiş bir partinin keyfince yönettiği devlet eliyle kırmak üzereyiz.
Rojava'yı -geçici süre de olsa- İD'in egemenliğine sokmak için mi uğraşılıyor? Böylece, tampon bölge kurmak için püskürtülmesi gereken güç, zaten uluslararası koalisyonun esas düşmanı konumundaki İD mi olacak? Kurnazlık kılığındaki bu çakallığı açıkçası bazılarına yakıştırıyorum ister istemez. Bunun, en geç kaç yıl içerisinde çökecek ve kaç Kürt ve Türk gencinin daha kanına mal olacak bir plan olduğunu bugünkü, ilke tanımaz, bilgi tanımaz, ideolojik körlükle mâlûl, maceraperest yöneticilerimize anlatmaya çalışan birileri vardır umarım. Var mıdır?..
[ EK/08:15 - Sabah 05:45 itibarıyla Kobanê çevresindeki İD mevzilerinin savaş uçaklarınca bombalandığına ilişkin haberler henüz doğrulanamadı. ]
Rojava'nın Kobanê şehrinde Kürtlerin karşı karşıya olduğu kırım tehlikesi, bölgede geleceği en karanlık toplumlardan biri olduğumuzu da gösteriyor. Kobanê'de, üstelik İD'in katilleri eliyle soykırım izlemek isteyen ne çok sapık varmış. Kan kelimesini duyduğunda kendinden geçen ne kadar çok ırkçı...
Haydi insanlığı falan bir yana bırakalım, Ankara'nın şu anda Kobanê'de beklenmedik bir dostça hamle yaparak Kürtler nezdinde kazanacağı prestijin, böyle bir yaklaşma adımının yaratacağı olumlu duyguların yakın geleceğimiz için ne kadar hayırlı sonuçlar yaratabileceğini hesaba katan da mı yok? Hesap yapılırken bile olumlu yaklaşılamıyor mu Kürtlere?
YPG olmasın! Nasıl olmasın? Olmasaydı şu anda İD en az on bin insan öldürmüştü orada. PKK silah bıraksın! Nasıl bırakacak bu şartlarda? "Bırakalım da bizi bu katillere yem mi edin?" derse haksız mı olacak?
Beraber yaşadığın ve sözümona beraber yaşamak istediğin, her fırsatta "etle tırnak" edebiyatı yaptığın bir halkın, zamanında çizilmiş abuk subuk sınırlar yüzünden başka ülkede kalmış bir kesimi soykırım tehdidi altındayken onu itip kakarsan, katillere sempati kurbanlara horgörü gösterirsen... hayır, "bu insanlardan ne bekleyebilirsin?" diye sormayacağım; sen sonra nasıl yaşayacaksın?
Strateji sormuyorum, vatan-bayrak şu bu sormuyorum, İmam-Hatip'ten, Anıtkabir'den, başörtüsünden, rakıdan sözetmiyorum. Zamanında çok fena kırıldığı için bir türlü tam onarılamayan bir şeyi yeniden kırmaktan sözediyorum. Kendi onurunu, insanlığını bilerek yere atıp üstünde tepinmekten sözediyorum. Toplum olarak, şifa bulmayan bütün hastalıklarımızı şiddetlendirecek, bünyemizi daha da parçalayacak bir vahim suçu, göz göre göre, âdetâ içinden gelen dürtüye engel olamayan bir katil şuursuzluğuyla işlemekten bahsediyorum. Aynaya bakamamaktan...

Türkiye'ye "aracı" konumu mu? - Bir işaret
Bu tahminin doğrulanması yönünde ilk gelişme, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın New York gezisi sırasında yaşandı. Lübnan gazetesi The Daily Star'ın haberine göre, Lübnan Başbakanı Tammam Salam'la görüşmesinde Erdoğan, İD'in elindeki Lübnanlı rehinelerin sağ salim kurtarılması için elinden geleni yapmayı taahhüt etmiş. Geçen ay, Lübnan'ın kuzeydoğusundaki Arsal şehri bir ara İD ile El Nusra'nın eline geçmiş, örgütler bu sırada 21 Lübnan askerini esir almışlardı. (Şu ana kadar bunlardan kesinlikle üçü, muhtemelen dördü öldürüldü.)
Gazete, haberini "başbakanlık kaynaklarına" dayandırıyor. Zaten böyle bir haberin durup dururken uydurulması pek manasız kaçardı. O zaman soru şu: TC Cumhurbaşkanı, neye dayanarak, neye güvenerek, Lübnan başbakanına, 'sizin rehinelerin kurtulması için çalışacağım' taahhüdünde bulunabiliyor?
Blog'a geçen gün yazdığım tahmin yazısının son paragrafında dediklerimi hatırlatayım:
...Ankara'nın, Batı ağırlıklı uluslararası koalisyonla Batı karşıtı radikal İslâmcı "Yeni Ortadoğu" güçleri arasında bir tür aracı konuma yerleşme hayali kurduğu ihtimaline ulaşabiliriz. "İD'le konuşabilen, pazarlık yapabilen devlet" olmak, Türkiye'yi hem koalisyon nezdinde vazgeçilmez kılacak hem de sert-uzlaşmaz görünümlü örgütlerin peşinde ayağa kalkmış Selefî-Sünnî kitlelerin gözüne düşman görünmesini önleyecek, bu hesaba göre. Türkiye'nin, Katar'dan silahlı Suriyeli muhaliflere para, dünyanın dört bir yanından El Nusra'ya, İD'e militan akışına aracı olması, silahlı İslâmcılara bizzat silah göndermesi, nüfusunun bir bölümünün İD dahil hiçbir aşırılıktan rahatsız olmaksızın bu tür örgütlere sempati beslemesi, zaten fiilî yakınlık oluşturuyor. Ancak Amerikalı, Britanyalı rehinelerinin kafalarını neredeyse dünyanın gözü önünde kesip bu büyük devletlere meydan okuyan acımasız bir örgütün elinden sadece "pazarlık" gücüyle 46 rehineyi kurtarabilmesi, Türkiye'nin, bu örgütlerle ilişki alanında özel bazı kabiliyetleri ve imkânları olduğunu ortaya koyuyor - Erdoğan'ın "dünyaya" vermek istediği mesaj sanırım bu.Bunlara karşı öne sürülebilecek bir olguya da işaret etmemiş olmayayım: ABD Başkanı Barack Obama, Birleşmiş Milletler'deki konuşmalarından birinde, İD için, "onlara karşı sadece zor kullanılabilir, onlarla görüşülmez, konuşulmaz" mealinde sözler etti. Türkiye veya herhangi bir başka devletin kendini bir tür aracı kılmaya kalkışmasıyla bu sözlerin ilgisi var mı, bilmiyoruz haliyle.

Rehinelerin bekletilmesi neyi kanıtlar?
Fakat üçüncü bir ihtimal daha var: Resmî versiyon. Rehinelerin sınırda neden dört saat bekletildiğine ilişkin resmî açıklama, Özel Harekât'çı Veysel Can'ın sözleriyle kesin yalanlanmış olmuyor. Bu açıklama şöyleydi hatırlarsanız: İD rehineleri getiriyor, ancak rehinelere karşılık İD'e teslim edilecek 50 kadar tutsak Tevhid Tugayı tarafından aynı anda getirilmediği için İD Türk rehineleri dört saat daha elinde tutuyor. Buradaki rehine değiştokuşunun üçlü bir yapısı var.
Buradan kime artı kime eksi puan çıkacak diye bakmadan söyleyebiliriz ki, bu ihtimal hâlâ, operasyonun MİT'ten bütünüyle habersiz yapılmış olması ihtimalinden daha güçlü.

Rehineler meselesinde yeni sorular
1. İD Türk rehineleri bıraktı, buna karşılık çok önemsediği 50 tutsağını kurtardı.
2. İD'e verilen 50 tutsak, Türkiye'nin elinde değildi; Türkiye'den hiçbir tutuklu-hükümlü, gözaltındaki şahıs vs. İD'e verilmedi.
3. Türk rehinelerin bırakılması karşılığında 50 tutsağı İD'e veren, Suriyeli bir başka silahlı örgüt, Liva El Tevhid veya Tevhid Tugayı.
4. Tevhid Tugayı'nın serbest bıraktığı tutsaklar arasında bilinen en önemli kişi, İD'in bu yılın başında öldürülen komutanlarından Hacı Bekir'in eşi. Hacı Bekir'in çocuklarının da bu tutsaklar arasında bulunduğu söyleniyor.
Hacı Bekir, Saddam'ın eski subaylarından. ABD işgalinden sonra El Kaide'ye katılmış. Kimileri El Kaide'nin Irak'taki gelişmesini en başta ona borçlu olduğunu ileri sürüyor. 2010'da Irak'ta meydana gelen çeşitli otel ve yabancı temsilcilik bombalamalarından sorumlu olduğu düşünülüyor. 2010'da Irak El Kaide'sinin lideri Abu Ömer Al-Bağdadi öldürüldükten sonra örgütün askerî konseyini yönettiği sanılıyor. İD'in ilk zamanlarında, örgütün "askerî beyni" olduğu ileri sürülüyor. 2014 Ocak'ında, rehine değiştokuşunda adı geçen Tevhid Tugayı örgütüyle girdiği çatışmada öldürülene kadar adı pek bilinen bir sima değil. Ama bunda bir gariplik olmadığı, çünkü İD'in üst düzey komutanları, liderleri hakkında zaten çok ketum davrandığı söyleniyor. Hacı Bekir'i İD konusunda ilginç kılan, sadece Baas'çı bir eski subay olarak Selefi örgütte yönetici oluşu değil. Hacı Bekir, şu andaki sözde halife Bağdadi'nin örgüt içindeki yükselişini sağlayan isim, iddiaya göre.
Şu soru kaçınılmaz olarak akla geliyor: Tevhid Tugayı'nın elindeki 50 tutsağı bu kadar önemli kılan nedir? Zira İD'in elindeki Türk rehineler, öyle kolay kolay vazgeçilebilecek bir koz değildi örgüt açısından.
Hacı Bekir'in eşinin İD için çok önemli olduğu, çünkü örgütün El Kaide'den koptuğu ve bağımsız olarak iş görmeye başladığı döneme ilişkin çok fazla bilgisinin olduğu, bunların, İD önderliğince gizli kalması istenen bilgiler olduğu, hattâ İD'in kadını kimseyle temas ettirmeyeceği, hattâ belki öldüreceği gibi iddialara rastladım, ama bunlar elbette uzmanlarca doğrulanması gereken bilgiler.
Velhâsıl, şimdi karşımızdaki en önemli soru şu: Tevhid Tugayı, elindeki tutsakları İD'e niye verdi? Türkiye'ye kıyak olsun diye mi? Karşılığında ne aldı?
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Musul'da İD'in de üzmek istemeyeceği çevreler var, onları devreye soktuk" yollu sözler söyledi. Liderlerinden birini öldüren, ailesini esir alan Tevhid Tugayı, herhalde "İD'in üzmek istemeyeceği çevreler"den değildir. Tevhid Tugayı'na söz geçirebilecek birileri Türkiye adına devreye girdiyse, bunlar bu örgüte ne dediler? "Haydi, kırmayın dostumuzu" gibi bir tutumun bu koşullarda yeterli olmayacağı aşikâr.
"Rehineler karşılığında İD'e ne verildi?" sorusundan, "Tevhid Tugayı'na ne verildi?" aşamasına geçtik.

Hangi fotoğrafı kaldırayım, Berna Hanım?
Sayın Kıvanç, Yürütmekte olduğunuz Koton reklam filmine karşı olan kampanyanızda, benim kızıma ait ve 3 sene çekimi yapılmış olan ve sadece mağaza içi panolarda kullanım hakkı bulunan bir fotoğraf karesini izinsiz kullanmaktasınız. 24 saat içinde zete.com ve kendi diğer bloglarınızdan bu fotonun kaldırılmaması halinde hakkınızda dava açacağımı bilgilerinize sunarım. Berna Sürmen
Hanımefendi mesajın bana ulaştığından, benim buna rağmen fotoğrafı kaldırmadığımdan emin, ertesi gün de şöyle yazmış:
Ümit Bey, Size dün de belirtmiştim. Bahsettiğim fotoğrafı kaldırmadığınızı görmekteyim. Kızımın, kampanyanıza alet edilmesini istemiyorum. Pazartesi hakkınızda yasal işlem başlatacağımı bildiririm. Berna Sürmen [telefon numarası]
Önce merak ettiğim iki husus: Berna Hanım, zete.com'un bana ait bir site olduğuna nasıl karar verdiniz? Değil. Onların herhangi bir fotoğrafı kaldırıp kaldırmamasına karışamam. İkincisi, bahsettiğiniz fotoğrafı ben veya zete.com nereden bulduk acaba? Üç sene önce gidip bir mağaza içindeki panodan mı çektik gizlice? İnternette Koton'un çocuk giyimi reklamları yazıp arayınca çıkan fotoğraflardan biri bu. Dolayısıyla, size bu fotoğrafın sadece mağaza içi panolarda kullanılacağı güvencesini verenler yasal sorumluluk bakımından bizden daha ilginç bir konumda.
Elbette buna rağmen yine de özellikle kızınız rahatsız olduysa hemen kaldırırım. Ancak bunun için fotoğrafın hangisi olduğunu söylemeniz lazım.
Facebook sayfasını yürüten arkadaş Berna Sürmen Hanım'a ulaşıp sormaya çalışacak, hangi fotoğraftan sözettiğini ama ben de buradan sormak istiyorum: Berna Hanım, kızınızın fotoğrafı hangisiyse söyleyin ki kaldırabileyim, böylece bizim kampanyamıza alet olmasın.

Bir tahmin: Türkiye'ye "aracı" konumu?
Önce İD'i tanıma-tanımama meselesi. Şu ana kadar, kendisiyle savaştığı için değil, sadece kendi mezhebinden-dininden olmadığı için öldürdüğü insan sayısı 7-8 bin civarında tahmin edilen, kendine "İslâm Devleti" diyen örgütün gayrıresmî bir web sitesi var, biliyorsunuz: takvahaber.net. (Türkiye'de bazın özgürlüğü, internet özgürlüğü yok diyen utansın valla!) Burada rehinelerin serbest kalışı, TC'nin İD'i "dolaylı yoldan da olsa tanıması" diye takdim edildi. TC'nin cumhurbaşkanı da rehine "operasyonu"nu "diplomasinin zaferi, siyasî pazarlığın zaferi" diye sunduğuna göre, birileri diplomatik-siyasî düzeyde muhatap alınmış olmalı. Bu elbette sadece rehineleri kurtarmak için girişilmiş bir manevra olabilir. İkinci bir ihtimal daha var; oraya doğru ilerleyelim.
Erdoğan'ın şu sözlerini hatırlayalım:
"Biz ağzımızdan çıkan kelimeleri seçtiysek, sebebi var. Cidde’de imza atmadıysak bunun içindi. NATO’da da benzer şekilde; 'Lojistik destek veririz ama başka türlü olmaz' dedik. Bundan sonrası ayrı mesele. Sayın Başbakan ile görüştüm, 'Çalışma yapın' dedim. Biz de BM’de değerlendireceğiz. Ondan sonra nasıl bir tavır alacağımızı belirleyeceğiz."
Ne demek istiyor?
"Bundan sonrası ayrı mesele," diyor. Açık anlamı: Rehineler kurtuldu, artık elimizi kolumuzu bağlayan bir riziko kalmadı, politikamızı serbestçe belirleyeceğiz. Serbestlik derken, NATO ve İD'e karşı uluslararası koalisyon ile uyum aranacak elbette: "Koalisyon ve koalisyon güçleri ile geniş istişare yapılması gerekir ve kararı ona göre alırız." Nitekim Erdoğan, BM Genel Kurulu vesilesiyle New York'tayken, ABD Başkanı Obama ile değilse de yardımcısı Joe Biden'la görüşebileceğini söyledi. Cumhurbaşkanı, Suriye sınırında tampon bölge konusunun ciddiyetine işaret etti, "ABD dönüşü ulusal güvenlik stratejisini hep birlikte gözden geçireceğiz,” dedi. "Hep birlikte"den kasıt, ordu.
Bütün bunları yerleştirmemiz gereken yeri ise Erdoğan'ın şu söyledikleri gösteriyor:
"...bu operasyon [rehinelerin kurtarılması] tamamiyle bizim MİT’in hünerini ortaya koyduğu ve bölgede Türkiye’nin dikkate alınmasını gerektiren bir hareket olmuştur. Türkiye olmadan karar alınmayacağını da ortaya koymuştur. Bu tür adımları atmış bir Türkiye temenni ederim dünya tarafından da üzerinde iyi düşünülür. Aydınım diyenler de umarım üzerinde değerlendirme yapacaktır.”Erdoğan'ın sözlerinin can alıcı kısmının bu cümleler olduğunu sanıyorum. Ankara'nın "İslâm Devleti" örgütü için "terörist" sıfatını kullanmayışı, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun İD'in örgüt olarak niteliğini örgütün gerisindeki sosyolojiyle açıklayarak yumuşatma çabaları, uluslararası koalisyonun Cidde Bildirisi'ne imza konmaması... bütün bunlar, AKP hükümetinin "İD'i desteklediği"ne yoruldu. Manzara şüphesiz bu. Ancak Erdoğan'ın "dünya tarafından üzerinde iyi düşünülmesini" istediği "bu tür adımları atmış Türkiye"den kasıt, daha karmaşık bir konuma ve ilişki tarzına işaret ediyor.
Elbette şimdilik sadece bir tahmin, ama bütün bunlardan, Ankara'nın, Batı ağırlıklı uluslararası koalisyonla Batı karşıtı radikal İslâmcı "Yeni Ortadoğu" güçleri arasında bir tür aracı konuma yerleşme hayali kurduğu ihtimaline ulaşabiliriz. "İD'le konuşabilen, pazarlık yapabilen devlet" olmak, Türkiye'yi hem koalisyon nezdinde vazgeçilmez kılacak hem de sert-uzlaşmaz görünümlü örgütlerin peşinde ayağa kalkmış Selefî-Sünnî kitlelerin gözüne düşman görünmesini önleyecek, bu hesaba göre. Türkiye'nin, Katar'dan silahlı Suriyeli muhaliflere para, dünyanın dört bir yanından El Nusra'ya, İD'e militan akışına aracı olması, silahlı İslâmcılara bizzat silah göndermesi, nüfusunun bir bölümünün İD dahil hiçbir aşırılıktan rahatsız olmaksızın bu tür örgütlere sempati beslemesi, zaten fiilî yakınlık oluşturuyor. Ancak Amerikalı, Britanyalı rehinelerinin kafalarını neredeyse dünyanın gözü önünde kesip bu büyük devletlere meydan okuyan acımasız bir örgütün elinden sadece "pazarlık" gücüyle 46 rehineyi kurtarabilmesi, Türkiye'nin, bu örgütlerle ilişki alanında özel bazı kabiliyetleri ve imkânları olduğunu ortaya koyuyor - Erdoğan'ın "dünyaya" vermek istediği mesaj sanırım bu.

Rehineler meselesi - Bilebildiklerimiz
[ EK/24 EYLÜL/02:10 - Bu eki tam 24 saat önce yapmalıydım. Hattâ, biraz cevvaliyet gösterseydim, Deniz Zeyrek'in Hürriyet'teki haberinde verilen çok önemli bilginin bir ihtimal olarak sözünü dahi edebilir, blogçuluğa birkaç puan kazandırabildim. Sözkonusu haber, rehineleri bırakması karşılığında İD'e verilen "şey"in, İD için çok önemli olan bazı tutsaklar olduğunun doğrulanması gibi. Ancak bu tutsaklar, Türkiye'nin elindeki bazı tutuklu İD militanları vs. değil. Müslüman Kardeşler bağlantılı Suriyeli örgüt Tevhid Tugayı'nın elindeki bazı kişiler. Bunların arasında, El Kaide üzerinden İD'e katılan ve çok önemli bir sima olan (bu yılın başında çatışmada öldürülen) Hacı Bekir'in eşi ve çocukları da var. Bu haberi buraya olduğu gibi aktarmam doğru olmaz, bu yüzden lütfen tıklayın ve okuyun. Benim biraz gayret biraz da tesadüf sonucu ulaştığım bilgi ise şuydu: Hacı Bekir'in eşi, İD'in (IŞİD) EL Kaide'den kopuş ve kuruluş aşamalarına ilişkin önemli sırlara vakıf bir insan, bu yüzden ortalıkta dolaşması İD için potansiyel tehlike arz ediyor. Tehlike kısmını bilemem, ama belli ki bu kadının özel bir konumu var.
[ EK/22 EYLÜL/02:40 - Dünya basınından konuya dair önemli başlıkları, yorumları aktarmaya niyetlendim, ama vazgeçmek zorunda kaldım, çünkü bir sağanak var. Hemen herkes, rehinelerin hangi koşullarda serbest kaldığını anlamaya çalışıyor ve Ankara'nın dişe dokunur tek ayrıntı veremeyişinden hareketle ya "esrarengiz"lik motifine varıyor ya da sözü "o halde TC'nin İD'le karanlık birtakım işleri-ilişkileri var"a getiriyor. Görünen o ki, bu sağanak sürecek ve Türkiye'deki yabancı basın muhabirlerini linç tehlikesiyle yüzyüze bırakarak önlenemeyecek. Bu karanlığın bir sonucu da şu olacak: Batı basınının belli başlı yayın organları muhabirlerini rehine meselesinin üzerine salacak. Tabiî mâkûl bir süre içerisinde tatminkâr birşeyler öğrenilemezse. ]
Bildiklerimizi ve düşünebildiklerimizi derleyip toplamaya çalışıyorum. (BBC Türkçe'nin değerli hizmetinden yararlanıyor ve buradaki birçok ayrıntıyı, 20 Eylül günü yaklaşık saat 20.00'ye kadar rehinelerle ilgili haberleri, yorumları topladıkları sayfadan aktarıyorum: "Rehineler serbest, Türkiye IŞİD'e karşı koalisyona katılacak mı?" Başka kaynak belirtmiyorsam kaynak BBC Türkçe'nin bu sayfasıdır.) Bundan sonra edinebileceğim bilgileri veya düşünebileceğim bağlantıları bu yazıya ekleyerek devam edeceğim. Evet, eldekiler şunlar:
[ EK/21 EYLÜL/15:45 - Cumhurbaşkanı Erdoğan basın toplantısında, "Velev ki takas oldu," dedi. TC'nin İD'e rehineler karşılığında, elindeki birilerini, İD için önemli birilerini verdiği anlaşılıyor. Bunu bütün maddelerden önceye, buraya almak zorunluydu. Ayrıntı öğrenirsek ekleyeceğim. ]
[ EK/23 EYLÜL/03:35 - Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York'ta, Dış İlişkiler Konseyi'nde konuştu, rehinelerle ilgili soruya cevap verirken şunları söyledi: "Bu operasyonda parasal hiçbir ilişki kesinlikle olmamıştır. Bu işin en açık yanıdır. Bunun dışındaki yanına gelince... Bazıları 'Takas yaptılar' dedi. Yeri gelir takas da yapılır. Ama ona hazırlanmak ayrı bir maharettir. Bu tür adımlarla bu sağlanmıştır. Bir tane esiri için bin 500 rehineyi veren İsrail'e bu soruyu sordular mı, onu merak ediyorum. Bin 500 rehine verdi, sadece bir askerini alabilirmek için. Demek ki olabiliyormuş." Erdoğan'ın dedikleri biraz aydınlatıcı, ama yeni sorular da doğuruyor: "takasa hazırlanma" ne demek meselâ? ]
1. Hernekadar Cumhurbaşkanı Erdoğan rehinelerin kurtuluşuna ilişkin resmî açıklamasında mütemadiyen "operasyon" kavramını kullandıysa ve muhtemelen mâkûl dozda kahramanlık da içeren bir kurtarma eylemini çağrıştırmaya çalıştıysa da, ortada "görevimiz tehlike" tarzı böyle bir operasyon yok. İD'e rağmen rehineleri bulundukları yerden kurtarıp, bütünüyle İD'in denetimindeki topraklardan geçirip Türkiye'ye getirmek zaten imkânsız denecek kadar zor olurdu.
2. Zaten, BBC Türkçe muhabiri Sinan Onuş'un da dikkat çektiği üzre, cumhurbaşkanının "operasyon" vurgusuna karşılık Başbakan Davutoğlu'nun vurgu yaptığı kavramlar "çalışma" ve "temas". ESki MİT Müsteşarı Cevat Öneş, "Sayın başbakanımızın açıkladığı şekilde, yani temas ve müzakere yoluyla alındığı anlaşılıyor," diyor. "Olayın gelişimi de bunu gösteriyor. Sanırım yerel kaynaklar kullanılarak böylesine bir mutlu sonuç alındı." Hürriyet'ten Uğur Ergan'ın haberine göre rehineler "değişik kanallar üzerinden yürütülen müzakereler sonucu ikna yönemiyle" kurtarıldı. Murat Yetkin'in, "istihbarat ve diplomasi kaynakları"yla görüşerek yazdığı yazıya ("49 rehine IŞİD'den nasıl kurtarıldı? İşte ilk ayrıntılar") göre, "IŞİD rehineleri Türkiye'ye vermeyi kabul etti." Buna rağmen Yetkin "operasyon" ifadesini kullanılıyor; ancak şöyle bir içerikle: "Kurtarma operasyonunda çevre koruma tedbirleri dışında silahlı güç kullanılmadı. Dolayısıyla bir baskın, çatışma olmadı. Bu bir istihbarat operasyonuydu." Ve Anadolu Ajansı'na göre bu operasyonu MİT Dış Operasyonlar Daire Başkanlığı yürüttü. Tayyip Erdoğan'ın son baş düşmanı New York Times'ın görüştüğü bir "üst düzey ABD yetkilisi", TC yetkililerinin "operasyon tamamen millîdir, kimseden yardım alınmadı" iddiasını doğruluyor: "...rehinelerin dönüşünü garantilemeden önce Türkiye ABD'ye bilgi vermedi, ABD'den, rehinelerin bırakılışıyla bağlantılı herhangi bir özel askerî yardım talep etmedi" ("Turkey Welcomes Return of Hostages Held in Iraq").
3. Murat Yetkin'in yazısında, rehinelerin yerlerinin İD tarafından en az yedi defa değiştirildiği, daha önce de kurtarılabilecekleri fırsatların (beş defa) çıktığı ama sonra ortadan kalktığı belirtiliyor. Hürriyet'ten Uğur Ergan'a göreyse, rehinelerin yeri sekiz defa değiştirilmiş, kurtarma fırsatı da "beş-altı kez" çıkmış. DHA'ya konuşan rehinelerden birinin şu sözleri, yer değişikliklerini doğruluyor: "Her an her saat fikrimiz, kararlarımız değişti. Her an hep değişik şeyler yaşadık. Yerler hep değiştiği zaman bizim de fikirlerimiz değişti. Bir anda ölümü düşündük, bir anda kurtulacağımızı düşündük." AlJazeera Türk'e göre, yerleri değişse de rehineler hep Musul'daydı ("10 soruda rehine operasyonu"). Fakat İD militanları rehinelere, "Sizi Musul'dan götürüyoruz," diyorlardı ("Turkish diplomat says US air strikes against ISIL almost killed hostages").
4. Hem Murat Yetkin'in görüştüğü kaynaklar hem AA, rehinelerin başından beri izlendiğini belirtiyorlar. AA, MİT'in kendi profesyonel elemanlarını, bölgedeki yerel unsurları, insansız hava araçlarını ve elektronik iletişim aygıtlarını devreye soktuğunu söylerken, Yetkin, "elektronik izleme, sinyal istihbaratı ve sahadaki ajanlar kanalıyla" sürdürülen bir takipten sözediyor.
5. Yetkin'in kaynaklarından, İD'le rehineler konusunda daha önce birtakım temaslar yapıldığını anlıyoruz: "dolaylı müzakereler, yanıltma ve sahte bayrak gösterme (kendini başkası olarak tanıtma) dahil her yöntemle IŞİD'e yaklaşım sağlanmaya" çalışılmış.
6. Rehinelerin kurtuluşuyla ilgili olarak sıkça sorulan sorulardan biri şu: Niçin rehineler Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne teslim edilmedi? Bu daha kolay olmaz mıydı? Bu soruya cevap üç ayrı yerden gelebilir: (a) TC yetkilileri, İD'in bunu istemediğini ileri sürüyorlar. Örgüt, rehineleri teslim edecek elemanlarının güvenliğinden endişe etmiş. (b) Daha çok Kürt siyasetçileri ve yorumcularınca benimsenen görüş ise, TC'nin bu vesileyle KBY'ye, Kürtlere yönelik özel bir sempati doğmasını istemeyişi. İkisi de olabilir - ikisi de tek başına yeterli görünmüyor. (c) AJTürk'e göre, rehinelerin Telabyad-Akçakale'de teslim edilmesini isteyen Ankara. Tamamen İD kontrolunda olan bu sınır kapısı ve buraya gelen güzergâhın "daha güvenli" olduğu düşünülmüş.
5. Sıkça sorulan soruların bir numarası: "Neden şimdi?" Eski MİT Müsteşarı Öneş, rehinelerin TC'nin hareketini kısıtladığı ama gösterebileceği tepkileri de büyüttüğü görüşünde. İD'in, ilk bakışta sanıldığı gibi, diplomasiye, siyasete aklı ermeyen, kafa kesen vahşilerden ibaret bir örgüt olmadığını sanırım artık herkes fark etmiştir. (a) Türkiye'nin hareketlerini rehineler tehdidiyle kontrol etmenin bir sınırı olacağını elbette hesap eden İD'in bir jest, ileriye dönük bir tür iyi niyet gösterisi mahiyetinde rehineleri bırakmış olması hiç de bir kalemde silinecek bir ihtimal değil. (b) İD'in, Kobanê'ye saldırısını hedefine ulaştırıp Rojava kantonlarını birbirlerinden soyutlama (belki zaman içinde daha kolay ortadan kaldırma) ve Türkiye ile sınır boyunda çok daha sağlamlaşmış bir konum elde etme peşinde olduğu su götürmez. Türkiye, sınır boyundaki savaşın belirleyici etkeni olabilir; denge o kadar hassas ki, TC büyüklüğünde bir güç kimi desteklerse ona savaşı kazandırabilir. Umalım, rehinelerin bırakılması bu konudaki bir pazarlığın sonucu olmasın.
6. İD'çiler rehinelere nasıl muamele etti? Hürriyet Daily News'un haberine göre, fiziksel kötü muamele, işkence vs. hiç olmadı. Buna karşılık rehineleri tehditle sindirmeye, meselâ Amerikalı gazetecilerin kafalarının kesildiği videoları göstererek morallerini bozmaya çalıştılar. Başkonsolos Öztürk Yılmaz, "Çok farklı bir kültürleri var," diye anlatmış. "Çabucak öğrenemiyorsunuz. Onlarla uzun zaman geçirince öğrenebildim. Yüz defa Kuran üzerine yemin edebiliyor ve aynı rahatlıkla yüz defa yalan söyleyebiliyorlar." AJTürk'ün NTV'den aktardığına göre, Başkonsolos Yılmaz, "Türkiye ile" gizlice haberleşmeyi başardığını ileri sürüyor: "Bana yardımcı olan bir arkadaşım oldu Türkiye ile haberleşmem konusunda. Telefonu saklayıp bölüp parçalayıp tekrar birleştirip kullanıyordum. Onunla sürekli çıkışlarda, girişlerde telefonu nasıl saklarız diye düşünüyorduk." Bu ayrıntı bana biraz fantezi görünse de aktarıyorum.
7. Başkonsolosun aktardığı başka bir olaysa, rehinelerin niye bırakıldığı konusunda düşünürken belki işe yarayabilecek cinsten. Yılmaz, İD mevzileri bombalanırken kendilerine muhafızlık eden iki militanın öldüğünü, cam kırıklarının bulundukları yere de saçıldığını söylüyor. Rehineleri elde tutmanın İD için giderek zormaşmasına yorulabilir mi bu? Belki.
8. Saçmalığı nedeniyle buraya almadığım bir iddiayı yine de almaya karar verdim. AKP milletvekili Şamil Tayyar, Twitter hesabından (@samiltayyar27) rehinelerin bırakılmasını bir "CIA operasyonu" diye niteledi: "IŞİD operasyonuna Türkiye'nin katılmama gerekçelerinden biri rehinelerdi. Bu kritik süreçte serbest bırakılması CİA'nın bir hamlesidir." Cumhurbaşkanı ve hükümetin olayı takdimiyle düpedüz çelişen bu tweet elbette birçok kişi tarafından konu edilince Tayyar bu defa birtakım düzeltmeler yapmaya kalkıştı, mesajı şuna dönüştü: "IŞİD, CİA'nin truva atıdır. Kurtarma operasyonu çatışmasız başarıyla sonuçlanıyorsa CİA operasyona engel olmamış demektir." Tayyar, kendi yarattığı vaziyetten ötürü "paralel yapı, Neocon çetesi ve Ulusalcılar"ı suçladı.
Şimdilik (21 Eylül, 00:25) bildiklerimiz, düşünebildiklerimiz bunlar. Ayrıntı edinebildikçe veya düşünebildikçe eklemeler yapacağım.
[ EK/21 EYLÜL/18:05 - MİT Müsteşarı Hakan Fidan hiçbir şey söylemiyor: “Sabır, detaylı çalışma, zeka ve metanet. Başka bir şey yok. Bunların dışında bir şey söylenemez zaten. Bu ilkelerle çalıştık.” ]

Android Resimli Kelime Bulmaca Oyunu Cevapları Tümü
Android Resimli Kelime Bulmaca Oyunu Cevapları Tümü
Kelime Bulmaca Cevapları Android Tüm Cevaplar

Diren Kobanê ...kim..? seninle?
Yani diyebiliriz ki, Yeni Türkiye'ci cumhurbaşkanı ile Yeni Osmanlı'cı başbakanın sınır boyuna ilişkin politikası, bütünüyle "Eski Türkiye"nin o hem atgözlüklü hem kompleksli güvenlik zihniyetiyle şekillendiriliyor. Kürt fobisinin bu zihniyetin merkezî unsurlarından olduğunu hatırlatmak bile gereksiz.
Muhalefetin halindeki tuhaflıklara gelelim.
Türkiye'nin "çağdaş-laik" sıfatlarıyla tanınan kesimi için İD ile Kürtlerin savaşı zorlu bir ikilem. Bir tarafta kafa kesen köktendinciler, öbür tarafta terörist Kürtler. Hangisi? İslâmcı hükümet İD'i tuttuğuna göre, çağdaş-laik seçkinlerin onun hasmına arka çıkması gerekir. Ama çıkamıyorlar? Niye? Çünkü bunlar Kürtler! Rojava'da özerk bölgeler kurdular, tuhaf bir düzen kurdular, mazallah! Türkiye'nin Eski'si ile Yeni'si, Kürtler sözkonusu olunca bir anda biraraya geliveriyor. Eski Türkiye'yi kurtarabilecek formül var aslında: "Yesinler birbirlerini" formülü. İslâmcılarla Kürtleri birbirine kırdırmak, Kemalist için rüya gibi olurdu. Ama sanırım İD'in Misak-ı Milli sınırlarını değiştirmesini zayıf, Kürtlerin bunu yapmaya kalkmasını güçlü ihtimal görüyorlar; bu yüzden Rojava'nın ezilmesi onları huzursuz etmeyecek. "Yeni Türkiye"nin hükümetini ise ilaveten sevindirecek. Rojava ezilirse hükümet çözüm sürecinde elinin güçleneceğini varsayıyor olmalı. Bu şüpheyi yaratarak bile çözüm sürecinin manevî zeminini ve atmosferini baltalıyor. Ayrıca, uluslararası düzeyde kendi elini müthiş zayıflatacak ihtimallere kapı açıyor (bunları daha sonra konu ederiz).
Herkes Kürtlere küstü mü?
19-20 Eylül'ün, askerî ve siyasî yönleri bir yana, insanî trajedi niteliği taşıyan olayları, başka -ve belki daha vahim- musibetleri ortaya döktü. Şengal ve Ezidî soykırımının sanki bize çok uzak bir olaymış gibi yaşanmasından belki anlamalıydık. Kürtler kendi kaderlerine sahip çıkmak istedikleri için herkes onlara küsmüş sanki. Kobanê'de muhtemel bir İD zaferi halinde yaşanacak felaketin boyutlarını gözümüzün önüne getirebiliyor muyuz? Bu neden şu anda çok acil ve can yakan bir mesele değil, Türkiye'nin kendini demokratik, özgürlükçü şu bu sayan insanları için? Üstelik, herhangi bir konuda tavır almanın ön şartı sayılan, hükümeti suçlayabilecek sebepler de varken? Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan'ı alkışladı diye mi? Nelerle neleri birbirine karıştırır olduk... Yoksa Kürtler her adımda ne yapacaklarını birilerine sormuyorlar diye mi?
Türkiye'de "Kürt siyasî hareketi"nin yaptığını ettiğini eleştirebilirsiniz; elbette her siyasî hareket gibi eleştirilecek birçok şey yapıyorlar. Fakat bu size şu anda Yeni Zelandalı bir insan hakları savunucusu için dahi gayet acil ve birincil görev olan, Kobanê ile dayanışma faaliyetinden kaçınma lüksü ve hakkı vermez. Faaliyetten, eylemden önce, varolan duygusal durumu teşhise çalışıyorum. Görebildiğim belirtiler bu teşhisin sonucunun pek hayırlı çıkmayacağını gösteriyor. Belki de "bu kadar benmerkezciliğin sonu böyle olur" demeliyiz, bilemiyorum. Daha fazlasını söylemeden susmak bu aşamada daha doğru. Susacağım ve Gezi isyanının artçı sarsıntıları sürerken, "Diren Lice, Taksim seninle!" diye sloganlar atılarak yapılan yürüyüşün anısını döndürüp duracağım zihnimde.
Teşhisim konusunda feci şekilde yanılıyor olmayı umuyorum.
[ NOT: Lütfen 1991'de, Saddam'ın ordusunun önünden kaçan yüz binlerce Kürt Çukurca'ya sığındığında Enver Özkahraman'ın çektiği görüntülerden kurguladığım filmi izleyin: "Sığınmak - Çukurca 1991". Can korkusuyla her şeyini bırakıp, çoluk çocuk dağ başına kurulmuş çadırlara başını sokmak, iki lokma için hep birilerine muhtaç olmak, çok korkunç bir insanlık durumu. Hiçbir siyasî hesap, böyle durumlara kayıtsız kalmayı meşru gösteremez. ]

Pes 2013 Full Pc Oyun indir
Pes 2013 Full Pc Oyun indir
Pro Evolution Soccer 2013 Full Türkçe Bilgisayar Oyunu Ücretsiz indir
Pes 2013 Bilgisayar Oyunların Fazgeçilmezi Arasında Olan Bir Oyundur. Oyunu Siz Değerli Kulanıcılarımız için Yükleyip Hazırladım Pes 2013 Oyunu Tek Part Halinde Güvenle indirebilirsiniz Gezginler Blogumuzdan Bizi izlemeye Devam Edin Yeni Güncel Oyunlar Yüklemeye Devam Edeceğim.
Pes 2013 Oyun Bilgisi Oyun Adı : Pro Evolution Soccer 2013 ReloadedOyun Türü : Spor
Dosya Türü : Rar
Platform : PC
Dosya Boyutu : Boyut: 4,5 GB
Oyun Dili : Türkçe
Crack : İçerisinde Mevcuttur
Rar Şifresi : fullindir.co
Pes 2013 Sistem Gereksimi
İşletim Sistemi : Windows XP / Windows Vista / Windows 7Ekran Kartı : 512 MB
İşlemci : 1.8 Ghz
RAM : 1 GB
HDD : 7 GB
Pes 213 indir
Rar Şifresi fullindir.co
Önemli Not : Oyunu indir Butonuna Tıkladığınızda 5 Saniye Bekledikten Sonra Sağ Üst Köşede Reklamı Geç Butonuna Tıkladıktan Sonra Oyunu indirebilirsiniz.
Şu anda acil cevap bekleyen sorular
Tekrarlıyorum: aşağıdaki soruların bir an önce yetkili bir ağız tarafından, net ve inandırıcı şekilde cevaplanması zorunlu. Gazeteci arkadaşları bunların peşine düşmeye çağırıyorum.
• YPG'nin esir aldığı İD'çilerin arasında Türkiye doğumlu olanlar var mı? (Bir yerde dört Trabzonlu, başka bir yerde üç Trabzonlu, bir Bartınlı olduğu iddia ediliyor.)
• Gece bir Türk treninin Akçakale'de (Tel Ebyaz karşısında) istasyonun bulunmadığı bir yerde durduğu ve buradan İD'e birtakım sandıkların aktarıldığı iddiası doğru mu? (Trenyolunun başka zamanlarda da İD'e yardım için kullanıldığı ileri sürülüyor.)
• Suriye topraklarının İD denetimindeki bölgelerinde veya Kobanê civarında herhangi bir Türk askerî aracı (personel taşıyıcı veya herhangi bir başka zırhlı araç, akrep, tank) var mı? Meselâ Agbaş köyünde beş zırhlı araç?
• Kobanê ve civarındaki İD'çilerin arasında eski Türk Özel Tim elemanlarının bulunduğu doğru mu? (HDP Muş milletvekili Demir Çelik'in Meclis'te basın toplantısı düzenleyerek ortaya attığı iddia.)
• Henüz üç gün önce Türkiye'den Suriye'ye İD'çiler geçti mi? (1500 kişiye kadar çıkan iddialar var. Tren iddiasının, Tel Ebyaz'a savaşçı aktarılmasını kapsayan bir versiyonu da var.)
• İD komutanı Muhammed Ali R.'nin 7 Ağustos'ta -yani 49 TC vatandaşı İD'in elinde rehineyken!- Mersin'de bir özel hastanenin 323 no'lu odasında tedavi gördüğünü, bu sırada korumalarının etrafta tedbir aldığını ileri süren hemşire E.G.'nin söyledikleri doğru mu? ("Turkish Nurse: 'I Am Sick of Treating Wounded ISIL Militants'")
Bunlar çok ciddi iddialar. Duymazlıktan gelinemez, yokmuş gibi davranılamaz.

Zirvenin karanlığı
Gezi olayları ... dik durmasaydık ... darbe girişimi ... bazılarının paralel yapıyı açık açık desteklediğini ... darbe girişimi ... eski Türkiye'yi diriltme girişimi ... Faiz lobileri ... dönemin başbakanı ... ihanet çetelerini ... ABD medyasında 3 haber çıktı diye ... ihanet şebekelerine ... bu kervan yürümeye devam edecek ... paralel şebeke ve destekçisi uluslararası medya ... Eski Türkiye ... Siyaseten deviremedik, ekonomik olarak devirelim mantığı ... Her türlü algı operasyonu ... hukuk sistemine sızmış paralel yapı ... manidar ... o banka şu anda batmış zaten ... vatandaş, istediği şekilde kalkıp yürüyüş miting yapamaz ... Paralel ihanet çetesi ... bu ülkede başörtüsü yasağı ... benim baş örtülü kardeşim ... Kutuplaşma deniliyor ... Gezi ve paralel yapıya destek veren yapılar ... İçeride ve dışarıdaki medya kuruluşları, STK'ları kimlerin fonladığını tek tek ... Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı olarak ... 2023 hedeflerine...

Pedagoji Derneği'nin Koton'a mektubu
Dernek, "çocukların yetişkinler gibi algılanmasını sağlamaya yönelik makyajlar, takılar" vs. konusuna işaret ediyor ve, "çocuk istismarı ve pedofilinin arttığı bir dönemde, özellikle kız çocuklarını yetişkin kıyafetleri ve hareketleri ile gösterme"nin tehlikesine dikkat çekiyor, yerden göğe haklı olarak. Sonra, "moda" kavramının çocukların dünyasına ve gündemine sokulması üzerinde duruyor. Pedagoji Derneği'ne göre bu, "çocukların ruhsal gelişimine zarar veriyor". Uzman değilim ama derneğin haklılığından yana şüphem yok. Bunun ardından, Koton reklamının temel motifleri, "ayrıcalıklı" olma, "tarz sahibi" olma rezillikleri -dernek mektubunda böyle denmiyor, onlar benim kadar kaba değiller- konu ediliyor. Çocukları, hele kıyafetleri üzerinden "ayrıcalıklı-tarz sahibi" etmeye çalışmanın, ufaklıklara "narsizm-özseverlik tohumları aşılamanın" yanlışlığını ortaya koyuyor dernek.
Bunlara diyecek tek söz olamaz. Ancak sözkonusu Koton reklamında "çocukların ticarî kaygılara alet edildiği izleniminin uyandığı" ifadesi, olayımızın cereyan ettiği alan gözönüne alınırsa, naif ötesi kaçıyor. Koton yetkilileri derneğe sorabilir: Reklamdan bahsediyoruz burada, malımızı satmaktan bahsediyoruz; başka nasıl bir izlenim uyanacaktı? Sert soru. Açıklayacağım. Önce bir-iki şey daha aktarayım.
Pedagoji Derneği, Koton'a mektubunu sadece izlenimleriyle doldurmamış. Dile getirdikleri sakıncaların hepsi, bu alanlarda çalışmış insanların, inisiyatiflerin, kuruluşların yıllardır biriktirdikleri tecrübelerin ürünü. Nitekim, derneğin firmaya çocukların reklamlarda kullanımını düzenleyen yasaları hatırlatışında da sağlam referanslar var.
Ancak o temel itiraz maalesef eksik. "Şart midur?" denemiyor bir türlü. Niyesini de sanırım anlıyoruz; fena... Az sonra geleceğim.
Pedagoji Derneği, çocukların hangi şartlarda reklamlarda kullanılabileceklerini sorumsuz-vicdansız firma yöneticilerine hatırlatmakla yetiniyor. İnsan "...bu nedenlerle hakkınızda suç duyurusunda bulunduk" gibi bir yere varacak sanıyor söylenenleri. Varmıyorlar. Dernek, zikrettiği yasa maddelerine atfen, "...reklamınız yukarıda belirttiğimiz gerekçelerle açıkça bu maddeleri ihlal etmektedir," diyor, firmaya, "reklamı en kısa sürede yayından kaldırmanızı temenni ediyoruz" diye sesleniyor. Bu eğer, meselâ bir suç duyurusuna giden yolda yapılmış nazik bir çağrı, usûlen yerine getirilmesi gereken bir aşama ise, sözüm yok. Hattâ -reklamın kaldırılmaması halinde peşinden suç duyurusu gelecekse- böylesi daha bile "şık".
Kafamda tereddüt yaratan, şu satırlar: "Ülkemizin ekonomik gelişimine katkı sağlamak konusunda gayret gösteren kurumunuzun, çocukları ilgilendiren çalışmalarda onların ruh sağlığını daha çok dikkate alacağını umuyoruz."
Çocukları reklamında gayet münasebetsiz ve tehlikeli şekilde kullanmakta en küçük sakınca görmeyen firmayı "ülkemizin ekonomik gelişimine katkı sağlamak konusunda gayret gösteren kurumunuz" diye nitelendirmek acaba nasıl bir duygu-düşünce dünyasında mümkün? "Sakın yanlış anlamayın, biz firmalara, ticarete, kârlara, reklamlara falan karşı değiliz" mi denmek istenmiş? Çocukların ruh sağlığı falan "piyasa"nın umurunda mıdır?
"İlk anda karşımıza almayalım, nazikçe seslenelim, reklamı kaldırmazlarsa sertleşiriz" gibi bir yaklaşım, yukarıda da belirttim, sadece olabilir değil şık da. Ancak kazanacakları paralar, alacakları cipler, villalar, yapacakları lüks tatiller vs. dışında herhangi bir derdi olmayan kapitalistler ve onların ayrıcalıklı hizmetkârlarına "ülke ekonomisinin gelişimine katkı sağlama konusunda gayret gösteren kurumunuz" filan dendiğinde işin rengi değişiyor. Böyle bir söylemin sahiplerinin, reklamda çocuk istismarına karşı, güya reklamcılara ahlâkî sınırlar getirmeyi amaçlayan, her tarafa çekiştirilebilir yasa maddeleri dışında dayanaklarının olamayacağı, bebeklerin, çocukların reklamlarda kullanılmasını bütünüyle önleme gibi bir dertlerinin bulunmadığı sonucuna varıyorum.
Şüphesiz herkes kapitalizme karşı olmak zorunda değil. Ama bir yandan bu kadar doğru bir yerden bu kadar gerekli şöyleri söylerken bir yandan da kârdan başka amacı olmayan kapitalist işletmeyi "ülke ekonomisine katkıda bulunan kurum" olarak sunmak ve böylece bizzat o reklamları, o çocuk istismarlarını üreten düzenin palavralarını yaymak niye? Pedagoji Derneği, bütün bunları söylemek zorunda kalmadan kendilerini tebrik etme imkânını elimizden almış?
En başta, pedagojik bakımdan yanlış olmalı, büyükler için uydurulmuş yalanları sorgulamaksızın tekrarlamak.
[ Koton reklamlarıyla ilgili önceki iki yazım şunlar:
• Kötülüğün minik masum halleri
• Koton'un özür borcu var, hem de çok ]

İD ve Müslümanlar - bir izah
Benim derdim, kendilerinden insanlık beklediğim Müslümanlarla. İD'in icraatına İslâm'ın dayanak olamayacağını yüksek bir sesle ve tereddütsüz haykırmalarını bekliyorum. İD'in kendilerini kirlettiğini fark etmiyorlar mı? Bilemiyorum. İcabında, parçası oldukları dindar çoğunluğun tepkilerini çekmeyi de göze alarak, insan hakları konularında gereken tavırları göstermiş istisna insanların dedikleri, eyledikleri sayılmaz. Çünkü çoğunluk hiçbir durumda onları onaylamıyor. Müslüman çoğunluğun İD konusunda takınacağı tavır, sadece İslâm'ın yakın gelecekteki algılanışını şekillendirmekle kalmayacak. Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin, toplumların nasıl yaşayacağını da belirleyecek.
İkinci olarak, eğer İD bir insanlık meselesiyse, bunun insanca halledilme şekli, Amerikan jetlerinin İD militanlarını bombalayarak parça parça etmesi değildir. Eğer İD dışındaki Müslüman çoğunluklar bu oluşumu, ideolojisini ve pratiğini reddederlerse, o zaman İslâm adına işlenen suçlar son bulur, bunların zemini dağıtılmış olur. Başka hiçbir çözüm, bunun kadar sağlıklı ve kalıcı olamaz.
Bu yüzden, Müslümanları bu konuda tavır almaya çağırıyorum. Kimim ki bunu yapıyorum? Dindar dahi olmayan bir insanım. Müslümanlık deyince İD'in katillerini değil babaannemi hatırlamak isteyen herhangi bir bireyim. Dine kategorik olarak kötü gözle bakmayan bir sosyalistim. Stalin'in hesabı verilemediği için, bir vakit yüz milyonlarca insanın umut ışığı olmuş sosyalizm nasıl marjinalleşti, etkisizleşti, acısını çekerek yaşamış biriyim. Yetkim yok, iktidarım yok. Kimseyi zorlayamayacağım için haddimi de aştığımı sanmıyorum. Alt tarafı, "saçmalamış" der, geçersiniz. Ufak bir ihtimalle de, "bu herif ne geveliyor ağzında?" diyerek konuya aynadan değil başka bir pencereden bakmayı deneyebilirsiniz. Yoksa dibe sürükleniyoruz hep beraber.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
[ NOT: Bu yazıyı yayımladıktan sonra, Müslümanların İD'i kınadığı üç ayrı olaydan haberdar oldum:
• Fethullah Gülen, öndegelen Amerikan gazetelerine ilân vererek, İD ile birlikte, El Kaide ve Boko Haram'ı da "lanetledi".
• Almanya'da "Müslümanlar Konseyi", bir kınama açıklaması yaptı, "teröristler İslâm adına konuşamaz" dedi..
• En ilginci, İstanbul'da bir belediye otobüsünde genç bir adam, yolculara İD'in İslâm'ı temsil etmediğini anlattı. ]

Koton'un özür borcu var, hem de çok
Koton müşterilerini dinlemeyi ve onların görüşleriyle uygun şekilde hareket etmeyi ilke edinmiş ve bugünlere bu yaklaşımla başarılı bir şekilde gelmiştir. Son reklam kampanyamızda kullandığımız ve imza kampanyanızda bahsi geçen sloganımızı dün akşam itibarıyla iletişim faaliyetlerimizden çıkardığımızı ve bu sloganı içeren billboardları değiştirdiğimizi bilgilerinize sunarız. Müşterilerimizin görüş ve istekleri Koton için her zaman yönlendirici olmaya devam edecektir. Saygıyla duyururuz.Ne anlıyoruz açıklamadan: (1) Koton hep müşterilerin görüşlerine uygun davranırmış, (2) Son reklam kampanyasındaki sloganı (herhalde "moda neyse onu giyerim" küstahlığından bahsediyorlar) kaldırmışlar, billboard'ları değiştirmişler, (3) Müşterilerin görüşleri firma için hep önemli olacakmış.
Pek güzel. Türkiye şartlarında elbette, hiç yoktan iyidir, denebilecek bir durum. İyi de, mesele o slogandan mı ibaret? Burada tekrarlamayayım, Koton'un reklam filmini ele aldığım yazıyı lütfen okuyun. Geri çekilmesi, düzeltilmesi gereken vahamet bir değil iki değil.
Firma bütün bir içeriği koruyup tek sloganı kaldırmakla ortalığa saçtığı pisliği temizlemiş sayılamaz. O reklam filmini kaldırmaları bile yetmez. Alenen özür dilemeleri gerekir. Çok marifetleri var, kendilerini konu etmeyi sürdürebiliriz hep beraber. Umarım kızları hakkındaki gelecek planları "vitrine koymak" olmayan anababalar bu vesileyle sadece Koton'a değil, kız çocuklarının "küçük kadın" olarak sunulduğu, çocukların kötülüğe ve alışverişçiliğe kışkırtıldığı her türlü reklama karşı doğru dürüst hassasiyet gösterirler.. Bakın, meselâ şu, Koton'un bir reklam fotoğrafı:
Bu nasıl bir çocuk giyimi reklamı? Alışverişten dönüyor olmalı. Kim? Bu bir kız çocuğu fotoğrafı mı, "küçük kadın" fotoğrafı mı? Bu cins reklamları masumane görenler ve bunların toplum -meselâ ergen erkek çocukları- üzerindeki etkilerini küçümseyenler idraksiz, kavrayışsızdır. Bunları üretenler, bunlardan çıkar sağlayanlar, sadece idraksiz, kavrayışsız değil, sorumsuzdur. Alışverişten dönen küçük kadın imajı size yeterli görünmediyse, buyurun:
Sağda başka bir firmanın genç giyimi reklamı. Sağdakini artık ezbere biliyoruz: İki kız iki oğlan formülü. Sevgili olduklarını, dört gençle değil iki çiftle karşı karşıya olduğumuzu anlatan el-kol, temas, pozlar, vs. En azından bu kadar çok tekrarlandığı için yavan görünüyor, bu tür fotoğraflardaki gençlerin yüz ifadeleri ve vücut dillerinin sınıfsallığı da başlıbaşına mevzu falan, ama sonuçta "kazık kadar gençler, ne halt istiyorlarsa ederler" deyip kapatabileceğimiz bir konu. Soldakiyse, Koton'un çocuk giyimi reklamı. Tam da sağdaki dörtlüye özendiren, onu hatırlatan bir fotoğraf. Burada da iki çift var, farkındaysanız. Çiftlerin ilişkisinin ve soldaki kızın pozunun "çocuk" fotoğrafı sınırlarına yaklaşmasına ama onu aşmamasına özen gösterilmiş. Soldaki oğlanımız yeterince cool ve bunun ödülünü alıyor, gördüğümüz gibi.
Soru şudur: Ne âlemi var? Bu çocukları bu yaşlarda bu rollere itince, cinselliği uyanmış ve bunu yaşayabilecek yaşlardaki gençlerle aralarındaki mesafeyi böyle kısaltınca buradan nasıl sonuçlar doğmasını bekliyoruz? Daha çok pantolon ve etek satmayı mı? Pardon, bir de güneş gözlüğü! Yani daha çok para kazanmayı.
Soldaki fotoğraftaki kıza bu pozu verdiren kimdir? "Ayy, kendi veriyor, ne şirin!" ekolüyle hesaplaşmam buraya sığmaz, onu erteliyorum. Bu kızın yüz ifadesi, tavrı, edâsı, her şeyi size normal, sağlıklı görünüyor mu?
Koton firması ve reklamcısı, şüphesiz çocukların piyasa çarkına kurban edildiği bu vicdansızlık alanının tek suçluları değil. Üstelik burada, bu çocukların aileleri de suça ortak. O kadar çok yönden sorunlu ki çocukların bu şekilde "kullanılması", hangi birinden sözedeceğimi şaşırıyorum. Bu yüzden şimdilik burada kesiyorum. Bu fotoğraflara biraz uzunca bakıp duyduğum rahatsızlığı paylaşırsanız şu an için amacıma ulaşmış olacağım. Bir de tabiî, Koton'u o korkunç kampanyasından vazgeçirmek, bir ibret belgesi oluşturmak anlamına gelecek.
Instagram Fotoğrafları Bloga Nasıl Eklenir?
Bu yazı murat-aktas.com’un sahibi Murat Aktaş tarafından Blog Hocam için yazılmıştır.
Instagram, şüphesiz sosyal medyanın en çok rağbet gören fotoğraf paylaşım sitesi. Eğer bir blogunuz varsa(özellikle fotoblog) ve sıkı bir instagram kullanıcısı iseniz fotoğraflarınızın blogunuzda görünmesini istemeniz gayet doğal. Instagram yakın zamanda bu konuda bir adım attı ve bünyesindeki fotoğraf ve videoları yerleştirme(embed) kodları ile kullanılabilir hale getirdi. Fakat gelin görün ki bunu ancak tek bir fotoğraf için yapabiliyorsunuz. Yani instagram'ın ana akışındaki gibi ızgara şeklinde fotoğraflarınızı yanyana dizemiyorsunuz.
Kullanacağımız araç; SnapWidget ve tam da bu sorunu bizler için çözülebilir hale getiriyor. Öncelikle online siteye gidiyoruz. Karşımıza aşağıdaki gibi bir form çıkacak.
- Username(#1) kısmına blogumuzda fotoğraflarını sergileyeceğimiz kullanıcının adını giriyoruz. İsterseniz kullanıcı adı yerine sadece belirli kelimelerden oluşan etiketleri de ekleyebiliyorsunuz.
- Bunu yapmak istiyorsak Hastag(#2) bölümüne istediğimiz etiketi yazıyoruz, kullanmak istemiyorsak da boş bırakıyoruz.
- Widget Type(#3) bölümünde de widgetimizin görünüm türünü belirliyoruz. Grid(Izgara), Board(Pano), Scrolling(Kaydırma), Slideshow(Slayt), Map(Harita) türlerinden istediğimizi seçiyoruz. Grid ve Board haricindeki diğer modları seçtiğinizde formunuz küçülüyor. Buradaki maddelerin çoğu aynı olduğu için sadece Grid ve Board türünü anlatmaya devam ediyoruz.
- Widget türünü seçtikten sonra Thumbnail Size(#4) kısmına her fotoğrafın hangi boyutta olmasını istiyorsak o sayıyı yazıyoruz.
- Layout(#5) bölümüne yanyana ve alt alta kaç fotoğraf olmasını istediğimizi yazıyoruz.
- Photo Border(#6) kısmında, fotoğrafların çerçeve içinde olmasını istiyorsak No diyoruz.
- Background Color(#7) bölümünde arkaplan rengini ayarlıyoruz. Buraya istediğiniz rengin HTML kodunu girebilirsiniz. Arkaplanın şeffaf görünmesini istiyorsanız burayı boş bırakabilirsiniz.
- Photo Padding(#8) bölümüne ise fotoğraf aralarında kaç piksel boşluk istediğimiz yazıyoruz.
- Hover Effect(#9) kısmında Fade In derseniz fotoğraflarınız biraz bulanık görünecek, fare ile üzerine gelindiğinde ise düzelecektir. Fade Out kısmı da işlemi tam tersine çevirir. Hiçbir efekt istemiyorsanız da None diyebilirsiniz.
- Fare ile fotoğraflarınızın üzerine gelindiğinde paylaşım butonları çıkmasını istiyorsanız Sharing Buttons(#10) kısmına Yes diyin, eğer istemiyorsanız da No.
- Responsive(#11) kısmı da widgetinizin açıldığı ekranın boyutuna göre ayarlanmasını sağlar. Bu nedenle Yes seçeneğini işaretlemenizde fayda var.
Daha sonra Preview(#12) butonuna tıklayarak widgetinizin ön izlemesini görebilirsiniz. Widgetin önizlemesi istediğiniz gibiyse Get Widget(#13) butonuna tıklayarak verilen kodları kopyalayın. Yerleşim> Gadget Ekle > HTML/JavaScript yolunu takip ederek kodunuzu yapıştırın ve kaydedin. Tüm işlemi doğru ve eksiksiz yaptıysanız widget blogunuzda yukarıdaki gibi gözükecektir.
Eğer instagram fotoğraflarınızı widget yerine statik bir sayfada sergilemek istiyorsanız Sayfalar > Yeni Sayfa kısmına giderek, şablonu Oluştur'dan HTML'ye çevirin ve daha önce kopyalamış olduğunuz kodları buraya yapıştırın. Sayfa başlığı kısmına "Fotoğraflarım, Instagram Fotoğraflarım" benzeri bir isim verin ve daha sonra da kaydedin. Eğer bu işlemi de eksiksiz yaptıysanız statik sayfanız yukarıdaki gibi gözükecektir. Instagram hesabınıza her yeni fotoğraf eklendiğinde buradaki liste de otomatik olarak güncellenecektir.
Yazar Hakkında: Murat Aktaş; kişisel blogumda başta Tarih, Edebiyat, Teknoloji ve Şiir olmak üzere pek çok farklı konuda yazılar ve makaleler paylaşıyorum. Ayrıca pek ilgilenemesem de ara sıra güncelleyebildiğim İngilizce bir Foto Blogum var. 23 yaşında bir Tarih bölümü son sınıf öğrencisiyim...

Şu anda bütün camilerde hocalar telaş içerisinde olmalıydı. "Hayır, bunlar asla bizden değildir!" vaazları vermeliydiler kaygıyla. Diyanet hutbeler hazırlamalıydı. Birçok şehirde peşpeşe protesto gösterileri yapılmalıydı. "Dinimizi kullanarak bu korkunç işleri yapamazsınız!" diye haykırılmalıydı. Bunun yerine, Twitter'da, "kafa kesmek caiz midir" tartışması yapılıyor. Yakarsan olmaz, yakmak Allah'a mahsustur, fakat kafa kesilebilir. Peki hangi durumda kesilir?.. Anlayabildiğim kadarıyla, pek az istisna dışında, Müslümanlar olan bitenin hâlâ farkında değiller. Koskoca bir dinden merhamet çıkarılıp atılıyor, vicdan neredeyse suç aleti sayılmak üzere, dünyevî kudret, tahakküm, eline şöyle ya da böyle iktidar geçiren Müslümanın varoluşunun başlıca amacı oluyor; bugün çizilen resimleri silmeye kuşaklar yetmeyecek; gel gör ki, dini her şeyden üstün tuttuğunu iddia eden milyonlarca insanın umurunda değil. Herkes mi sadece Türkiye'de bir süre daha iktidarı elde tutma derdinde? Davutoğlu şunu yaptı, Erdoğan bunu yapmadı meselesinden falan sözetmiyoruz. Hesabı verilemeyecek ne çok şeyin biriktiğini -yine istisnalar dışında- sadece Müslümanlar mı görmüyor? Düşünün, kendine "İslâm Devleti" diyebilen bir örgütün elinden bu ismi almaya kalkışan dahi yok. Hile yapıp önceki ismini söyleyince hakikat değişmiyor; o ismi de onlar takmıştı kendilerine. Azıcık öteye geçip oradan İslâm âlemine bakan, kendisine doğru uzatılmış bıçağı görüyor. Bunun haksızlık olduğunu kabul ettirebilmek için, o bıçağı o herifin elinden çekip alabilmelisiniz. Var mı bu yönde bir gayrete şahit olan? O bıçak sizi temsil eden bir simge. bir ikon haline geliyor. Engel olmayacak mısınız?

Pro Evolution Soccer 2014 Full Türkçe indir
Pro Evolution Soccer 2014 Full Türkçe indir
Pes 2014 Bilgisayar Oyunu Full Tek Part Olarak Ücretsiz Olarak Gezginler Sitemizden Sunuyoruz.

Pes 2014 Pc Oyunu Bilgi
Oyun Adı : Pro Evolution Soccer 2014Oyun Türü : Spor
Dosya Türü : Rar
Platform : PC
Dosya Boyutu : 4.78 GB ( Tek Link )
Oyun Dili : Türkçe
Crack : İçerisinde Mevcuttur
Rar Şifresi : fullindir.co
Pes 2014 Sistem Gereksimi
İşletim Sistemi : Windows XP / Windows Vista / Windows 7
Ekran Kartı : 512 MB
İşlemci : 1.8 Ghz
RAM : 1 GB
HDD : 10 GB
Pes 2014 Full indir
Rar Şifresi fullindir.co

Kötülüğün minik masum halleri
Film oğlanın doğumuyla başlıyor: "O, doğduğunda ağlamadı doktora çak yaptı." Annesine değil, doktora. İşi kimin bitirdiğini biliyor, uyanık çocuk. Ve başka bir şey değil "çak" yapıyor. Cool ya. Meselâ annesini öpmüyor veya "iyi becerdik bu işi" anlamında ona çak yapmıyor. Çünkü o doğuştan birey. Bir tek konu dışında kimseye ihtiyacı olmadığını zaten göreceğiz.
"Yürümeye karar verdiğinde ilk adımını herkes gibi atmak istemedi; ayakkabılarını giydi." Reklamın teması, bu ikinci basamakta ortaya çıkıyor: "Herkes gibi" olmamak. Bonus olarak, ayakkabı giyme var. Aksini düşünürsek meseleyi anlarız: "Herkes gibi olmak istemedi, ayakkabılarını fırlatıp attı, çıplak ayakla dolaştı" olsaydı söylenen? Mağazalardan uzaklaştığımız başka bir âleme geçerdik. (Tabiî reklamcılar bunu da başka bir amaçla kullanıyor değillerse.) Oysa şimdi, "herkes gibi olmamak" için ayakkabısını giyiyor oğlan. Yani onun herkes gibi olmaması için annesinin bir mağazaya çoktan girip çıkmış olması gerekiyor.
"Aradan uzun yıllar" geçiyor, oğlumuz "tarzını hep koruyor". "Gezmelerde teyzelerin elini öpüyor, ama centilmence öpüyor." Niye? "Herkes gibi" olmak istemiyor, bu yüzden, pek çok yetişkinin yaptığı bir şeyi mi yapıyor? Değil elbette. Bizim ufaklık aslında çocuk gibi olmak istemiyor.
Nitekim "ve okula başladı" aşamasında, ilk iş, yaşıtı bir kıza sarkarken görüyoruz oğlumuzu; burada reklamcımız muhteşem kelime oyununu devreye sokuyor: "daha okumadan yazmayı öğrendi". Oğlumuz kıza yazdı, güzel. İkisi de henüz böyle bir "yazma"dan uzak bulunmaları gereken yaştalar, ama ne gam! Onlar böyle yaptığı için, ben de "sarkıyor" diye anlatabiliyorum. Ve biz burada minicik çocuklardan bahsediyoruz.
Sonra oğlumuz, bütün "hayran olunan şahsiyet" sekanslarının kaçınılmaz gereği olarak, koridorda yürüyor, öteki çocuklar, hayranlıktan dillerini yutmuş, izliyorlar: "Okul hayatı boyunca bir gün bile olsun kopya çekmedi, tarzıyla hep kopya verdi." Kimse gibi değil, herkes ona hayran, teyzelere kur yapmayı, yaşıtı kıza yazmayı biliyor, ama kanunlara saygılı, oğlumuz. Asla kopya çekmiyor. "Tarzıyla kopya verdi", burada lafın mecburen geleceği bir hedeften çok, "kopya çekmedi"ye yer açmaya yarayan bir yabancı madde gibi duruyor.
Böyle şeyler genellikle pek düşünülmeden yapılır. İçten gelir âdetâ. Buna yolaçan psikolojik mekanizma hakkında bile konuşabiliriz: Hayatı, doğuş anından itibaren "herkes gibi olmamak" üzerine kurulu bir oğlanın okulda da hocaydı dersti takmaması, epeyce serseri olması beklenir. Bu fikir, örnek bir bencil-bireyci küçük adam yaratmak isteyen bizleri içten içe rahatsız huzursuz eder. Serseri yaratamayız. Bu oğlan kendini arkadaşlarından ayırmalı, aynı zamanda kurallara uymalıdır. Çözüm belli: Kahramanımız kurallara uymada da hepsini geride bırakarak "herkes gibi olmamayı" başarmalıdır. Böylece aynı zamanda, bütün bu bireyciliklere, özgünlüklere, herkes gibi olmamalara ne kadar özenilse de farklılığın pek sevilmediği, ürkütücü sayıldığı bir toplumda kahramanımızın anababaların gözünü korkutmasının önüne de geçmiş oluyoruz. Kurallara saygılı bir çocuk o. Özgün olacağım diye acayip işler yapmayacak!
Sonra, salon-sahne-koro faslı geliyor: "Evet, o da koroya katıldı ama daha çok solo takıldı." Korodakilerden farklı hareketler yapıyor, uyumu bozuyor, ekibi küçük düşürüp kendi öne çıkıyor. Tarz sahibi oğlumuzun yanında, grup âdâbına uyan çocuklar görsel olarak da aşağılansın diye, hemen yanıbaşındaki kızcağıza Yeşilçam filmlerinde kadınları aptal göstermek istedikleri zaman taktırdıkları koskocaman gözlüklerden takmışlar. Neler olduğunu idrak edemez bir halde bizimkine bakıyor. Kahramanımızsa o sırada, zevkten kendinden geçen anne babasının alkışları eşliğinde fiilen öbür çocukları aşağılamakla meşgûl. Bu iki çocuğu karşılaştırırsanız, "tarz sahibi" olmanın, "herkes gibi olmamanın" ne manaya geldiğini anlarsınız. Ne kadar yazık, o kızcağızın anababasına...
Bu korkunç film, "Tarzı olan çocuklar Koton'dan giyinir" rezaletiyle bitecek sanılırken, "Koton - çocuk kafası, çocuk modası!" diye bir laf daha işitiyoruz. "Tarzı olan çocuk" ne demek, deşmemiz gerekli mi? Tarzı olan çocuk = değerli çocuk. Öteki çocuklara benzeyen çocuk = değersiz çocuk. Veletler bu konumları kendi kendilerine mi kuracaklar? Elbette hayır. Hiçbiri gidip kendi başına Koton'dan alışveriş edemez. İşte kahramanımızın başka birilerine ihtiyaç duyup duyacağı o "tek konu"!
Dolayısıyla, anababalar, çocuklarını tarz sahibi yapmak için Koton'a getirecek. Ancak, reklamın başındaki sahneyi bu konuda bir uyarı olarak kabul edersek işler karışıyor: Çocuk daha doğar doğmaz doktora çak yapmış, tarz sahibi olduğunu belli etmişti. Tarz sahipliği, eğitimle ulaşılacak bir paye değil mi yoksa? Filmden çıkan: doğuştan varsa var, sonradan zor.
Ama belki bir yolu olabilir: Çocuğunuza tarz sahibi çocukların zaten tercih ettiklerinden giydirmek. Falan işte...
"Çocuk kafası" lafından murat nedir, anlayabilmiş değilim. Reklamcınınki kastediliyor desem, o asla çocuk kafası değil. Çok daha kötücül, insafsız, vicdansız, sorumsuz birininki. "Çocuk modası" bile büyük insafsızlık ama şu anda onunla uğraşmak lüks kaçacak. "Çocuk kafası"... nedir acaba?
Velhâsıl Koton bize, çocuğumuza hangi özellikleri kazandırırsak iyi olacağını öğretmek için eğitim filmi hazırlamış: Uyanık ve bencil olmalı, kendini öteki çocuklardan hep ayırmalı ve üstün görmeli. Cinselliği de erken gelişmeli. Kıyafet = kişilik denklemini kavrayışı kadar erken.
Teşekkürler Koton.

Toplantıda var, imzası yok - flaş diye buna derim
ABD başkanı Obama'nın yaptığı tarihî açıklamadan 15-16 saat sonra tartışılıp kaleme alınıp kabul edilip duyurulan sonuç bildirgesine göre, ABD'nin Ortadoğulu müttefikleri İD'e karşı savaşta üzerlerine düşen hiçbir görevden geri durmayacaklar: Yabancı savaşçıların bölgeye (ve örgüte) akmasını, şiddet yanlısı aşırıların finanse edilmesini önleyecekler, önemli ve nüanslı bir kalem olarak, bunların "nefret dolu ideolojileri"ne karşı mücadele edecekler (bu nasıl olacak, sahiden merak konusu!), suçluları yargılayacaklar, insanî yardım çabalarına destek olacaklar, İD vahşetine hedef olan toplulukların kendilerini toparlamalarına, yeniden ayağa kalkmalarına, İD tehdidiyle yüzyüze olan devletlere yardım edecekler ve... "İD'e karşı bir askerî kampanyanın çeşitli yönleri"ne katkı yapacaklar.
ABD Başkanı Obama'nın "hasseten" koydurttuğunu sandığım şey, bildirgenin sonunda yeralıyor: "Katılımcılar, bu çabanın merkezinde bölgesel devletlerin oynayacağı rolün yeraldığını vurgularlar" yollu bir ifade. Obama 10 Eylül 21:00 (bize göre 11 Eylül 04:00) konuşmasında işin bu yönüne özel vurgu yapmış, "Bizzat onların yapması gereken bir işi biz yapamayız," demişti. Bu, ABD'yi kara savaşı gibi ihtimallerden uzak tutma arzusu kadar, İD veya benzeri yapılarla sadece askerî yoldan mücadele edilemeyeceğini kavramış olmanın da sonucu sayabileceğimiz bir vurgu.
Bunları geçiyoruz, şu anda derdimiz başka: Koalisyona liderlik eden ABD'nin bakış açısı ortada, muhtemelen Suriye, Irak ve İD konusunda şimdiye kadar aldıkları bütün kararlara lanet eden bölge devletlerinin mecburiyetleri ortada; peki Türkiye nerede? Musul konsolosluğunu göz göre göre kaptıran, 49 insanını vahşi bir köktendinci örgüte rehine veren Türkiye, eli kolu bağlı gözüküyor. (Şimdi deşemeyeceğiz, ama doğrusu sadece "gözüküyor". O baskının hikâyesi sahiden bize anlatıldığı gibi mi, kıllanmak için her türlü sebep var.) İD'in ortaya çıkışında ve işlerin bu hale geliş sürecinde "kabahatli" olmasının yanısıra, şimdi bu handikapları yüzünden koalisyonun bildirisine bile imza atamıyor. Koalisyon, belli ki pek kısa sürede bitmeyecek olan bu savaşında, Türkiye'nin çeşitli katkılarını ister de manzara şu bildirinin açıklanışındaki gibi olursa, Ankara giderek koalisyondan da ayrı düşüp yalnız kalmayacak mı? Sahadaki askerî faaliyet için koalisyonun ister istemez büyük önem vereceği Kürt güçlerinin aleyhine işler yapmaya kalkarsa, Türkiye, koalisyon tarafından da uyarılmayacak, zorlanmayacak mı? Türkiye'deki İD'çilerin eylemlere girişmesi vs. ihtimalleri şu anda düşünmek dahi istemiyor insan.
Koalisyon ve yaratacağı sonuçlarla ilgili bir-iki nokta: İD'e karşı mücadelenin en önemli aktörlerinden biri İran, ama şüphesiz Suudi Arabistan'ın baş köşede oturduğu bir toplantıya İran'ın katılması sözkonusu olamaz. Onunla koordinasyon nasıl sağlanacak ve el eltından ne kadar nasıl yürütülebilecek? Irak'ın bombalanması konusunda sorun yok, ama Esad rejimiyle koordinasyon ve onun onayı sağlanmadan İD hedefleridir diye Suriye toprakları bombalanmaya başlanırsa, şimdiden ayağa fırlamış itiraz eden Rusya -ve Esad'ın en azından şu ana kadarki müttefiki İran- ne yapacaklar?
Cidde toplantısı üzerine İran Dışişleri Bakanlığı tepki göstermekte gecikmedi ve bakanlık sözcüsü, izlediğimiz şeyin, "terörizmle savaştan çok, terörizmi desteklemiş ülkelerin tarihini temizleme çabası" olduğunu ileri sürdü. İran, koalisyonun "ciddi belirsizliklerle yüzyüze" olduğunu ileri sürdü ve bu koalisyonun "terörizmin kökü ve hakiki sebepleriyle savaşma konusundaki ciddiyetine dair" ilkesel kaygıları olduğunu belirtti. İran dışişleri sözcüsü, koalisyonun bazı üyelerinin "Irak ve Suriye'deki teröristlerin malî ve askerî destekçileri" arasında yeraldığına, "bazı başkalarının da uluslararası yükümlülüklerinden kaçtığına" işaret etti.
Bunlar, gerginliği artıracak, çatışmaları sertleştirecek etkenler. Fırtına ne kadar şiddetlenirse, kendisi inisiyatif koyamayan Türkiye'nin oradan oraya savrulması ihtimali artacak.
Şimdilik uzatmıyor ve tepkileri, gelişmeleri beklemeye geçiyorum. Ancak şunu bilmeliyiz ki, Türkiye'nin bu sonuç bildirgesinin altına imza koyamayışı, sıradan bir hadise değil. Örneği çok görülmüş bir durum da değil. Bu, Türkiye'nin Ortadoğu'daki konumunun başkalaşması anlamına gelebilir. Ahmet Davutoğlu'nun zaten bel hizasına anca gelen "stratejik derinlik"i hızla ayak bileği seviyesine inebilir. Dikkatle ve önyargısız izlemek gerek.

Obama'nın konuşmasından sonra
Obama'nın konuşmasından sonra ortaya çıkan durumu, içerdiği tehlike ve çözüm potansiyelleriyle birlikte ortaya dökelim, bundan sonrasında izlerken hepimize faydası olacak bir kılavuz ortaya çıksın. (Burada derleyip toparlayacaklarım, şüphesiz, bölgeyi uzun zamandır izleyen, daha bilgili ve uzman gazetecilerin yazdıklarıyla tamamlanmalıdır.)
1. Batı ile Müslümanlar
Obama, konuşmasının hemen başında, "IŞİD"in kendine "İslâm Devleti" adını takmaya hakkı olmadığını, çünkü bu örgütün ne İslâm ne de devlet olduğunu belirtti. Açıklamayı 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısının yıldönümüne bir gün kalaya, sembolik bir tarihe denk getirdiği için, "biz İslâm'a düşman değiliz" mesajı vermesi, 11 Eylül sonrasında Bush'un Batı dünyasını sürüklediği çatışmacı, fanatik tavırla farkını ortaya koyması anlamlıydı. Bunun pratik önemi var mı?
Çünkü gelinen aşamada "Müslüman ülke" yöneticilerinin Batılılar karıştı-karışmadı diye bir meseleyle uğraşacak lükse sahip olmadığı ortada. Yine ABD'nin bölgeye el (ve bomba) atıyor olması ancak işgal sırasında Amerikan ordusuyla savaşmış Iraklı Sünniler ve bölgede radikal İslâmcı hareketlere sempati duyan Selefi ve Sünni topluluklar açısından anlam taşıyacaktır. Yalnız ABD başkanının bakış açısı muhtemel koalisyon ortaklarınca da paylaşılacaksa, Müslüman ülkelerde özellikle Sünni nüfus arasında varolan, İD'e yönelik gizli-utangaç, yer yer de açık sempatiyi kırmak, "bunlar Müslüman olamaz", "bir avuç kendini bilmezin yaptığı ümmeti bağlamaz" propagandalarına girişilmesi gerekecek.
Bir başka açıdan, Obama'nın en azından şimdilik tufaya gelmediğini söylemeliyiz. İD ile doğrudan karşı karşıya gelmek istemeyen Müslüman devletlerin pis işi ABD'ye yaptırma eğilimine ABD başkanının prim vermeyeceği anlaşılıyor. Obama aksine, "pisliğinizi siz temizleyin, biz yardım edeceğiz" demeye getiriyor.
2. ABD kara savaşına girmeyecek
Obama üstüne basa basa, "bu sefer farklı olacak"ı vurguladı. Amerikan yurttaşlarını riske atmayacağız, dedi. Bunu bir siyasî tercihle birleştirerek savundu: Bizzat Iraklıların yapması gerekeni biz yapamayız. Eğiteceğiz, donatacağız, istihbarat desteği sağlayacağız, danışmanlık yapacağız, yerde doğrudan çarpışmaya katılmayacağız, diye anlattı. Buradan, İD'in ne yapıp edip oralardaki bazı Amerikalıları kaçırmaya, öldürmeye, belki Amerikalıların toplu halde bulunduğu bir yere intihar saldırısı yapmaya çabalayacağı sonucunu çıkarmalıyız.
3. Kimler silahlandırılacak?
Öncelikle Irak ordusu. Ancak ABD'nin Irak'ta Sünnilere göstermelik makam veren mezhepçi bir Şii hükümeti istemediği, Bağdat'ta Sünni nüfusun hiç değilse İD'i zayıflatmaya yetecek kadarının desteğini alan bir hükümetin oluşmasını bayağı zorlayacağı anlaşılıyor. Bu mevzu, İD'e karşı uluslararası seferberliğin en nazik, hattâ zayıf halkalarından biri olmaya aday. Obama'nın sözlerinden, ne yapılıp edilip hatırı sayılır miktarda Sünni aşiretinin desteğinin alınmaya çalışılacağını anlıyoruz. Bu konuda herhalde Suudiler devreye girecektir.
Peki Şii milisler sorunu ayrıca pürüz yaratmayacak mı? Zira Peşmerge komutanları ve sözcüleri, Şii milislerle beraber yürüttükleri operasyonlardan sonra, bu milislerin İD'in temizlendiği yerleşimlerde yerel Sünni halka çok kötü davrandığına, evleri yağmaladıklarına dair çok kötü şeyler anlattılar. (Yaktıkları İD militanlarının cesetlerinin arasına oturmuş, elde Kaleş poz veren Şii milislerin fotoğrafını gözlerimle gördüm.) ABD, Bağdat'ta bütünleştirici hükümet ararken, cephede bu bütünleşmeyi bozan ve Sünni köylüleri, kasabalıları İD'e doğru iten Şii milisleri silahlandırmak, desteklemek durumunda kalacak. Zamanla bunların dağıtılması, fiilî etkinliğin Irak düzenli ordusuna geçmesi beklenir; bu şartlarda mümkün olacak mı? Sünnileri "kucaklamak" bakımından ordu milislerden çok farklı mı?
Kürtler? Bunu ayrı madde yapalım.
4. Kürtleri güçlendirmenin getirecekleri
İD'e karşı savaşın hem Irak hem Suriye bölümünde, ayrı merkezlerden yönetilen bambaşka niteliklerdeki silahlı güçlerle yeralan Kürtler, uluslararası koalisyon için korunması veya yeniden kurulması zorunlu bir sürü denge meseleleri yaratıyorlar. Öncelikle: bütün Kürt güçlerinin birarada muhatap alınması mümkün olacak mı? Barzani ile bir tarafta PYD öbür tarafta PKK arasındaki buzlar daha yeni erimeye başlar gibi oldu. Güvensizlik sürüyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin güçlendirilmesi, Kürtler arasındaki dengeyi bozacağı gibi, Irak hükümetini ve Şii milisleri de kızdırıyor, kızdıracak. KBY ile Türkiye'nin arası iyi, ama İD'e karşı uluslararası seferberliğin kara kuvveti konumunda fazla parlayıp yükselecek bir Erbil yine de sorun olur mu, belirsiz.
Daha büyük açmazlar, PYD ve özellikle PKK işin içine girince doğuyor haliyle. İD'e karşı gerilla mücadelesi vermek gerektiğinde YPG ve HPG'nin bütün öbür silahlı güçlerden daha etkili olduğu söylendi. Bu doğruysa, Amerikalı askerî danışmanlar, perde gerisindeki komutanlar böyle bir faktörden yararlanmak isteyeceklerdir. Bu da, ikisi de Türkiye ile problemli Kürt gerilla kuvvetlerinin her bakımdan güçlendirilmesi anlamına gelecek. Kimseye "siz kenara çekilin" denemeyecek bir durumun varolduğu ortada. İD'in her an Suriye'ye yüklenip Rojava'yla uğraşmaya başlayabileceği ortada.
5. Suudiler, Ürdün
Suudi Arabistan'ın şu andaki konumu trajikomik gözüküyor. Sanırım sahiden de öyle. Canavarı yarattılar, şimdi özellikle kendi sınırları içerisindeki potansiyel İD hücrelerinden, eylemlerinden ve bunların bir anda kitleselleşivereceğinden korkuyor. Bu yüzden, "ılımlı Suriye muhalefetinin" eğitilmesi, donatılması (finanse edilmesi) konularında ABD'ye yardım edecekmiş. Bu yardıma Ürdün'ün de katılacağına kesin gözüyle bakılıyor. Suudi'lerin, sözkonusu "eğitim" için gerekli alanı sağlaması için Ürdün'e bastıracağı söyleniyor. Bu arada, Ürdün'de bu işin CIA tarafından bir yıldır zaten yürütüldüğü de hiç yalanlanmayan bir iddia ("kanlı canlı" bir röportaj okumak isterseniz: "I Learned to Fight Like an American at the FSA Training Camp in Jordan". Ürdün'de, sınırlı da olsa İD yanlısı gösterilerin yapıldığını da unutmayalım. Lâkin, "ılımlı Suriye muhalefeti" de kim?
6. "Ilımlı muhalifler"
Obama'nın konuşmasından önce (yapılacak konuşmanın bir bölümü öğrenilmişti) ve sonra konuşan gazetecilerin, bölge uzmanlarının hepsi dönüp dolaşıp bu soruya takılıyordu: ılımlı Suriye muhalefeti kim? Bizzat Obama, bir süre önce, bunun bir "hayal mahsulü" olduğunu söylememiş miydi? Nitekim şimdi eğitilip donatılması sözkonusu olan "ılımlı muhalefet"in de çoğu İD gibi Selefi, radikal, köktendinci, artık ne diyeceksek. İD ile büyük ideolojik farkları yok. Çok daha merhametli, medeni vs. olmadıkları da İD çıkıp sahneyi kaplayana kadarki faaliyetlerinden biliniyor. İşte, demek birileri bulunacak, birtakım vaatlerle, Suudi parasıyla şununla bununla, ılımlı muhalefet rolüne soyundurulacak. Bütün uluslararası harekâtı tam da başarı kazanılıyor sanıldığı anda göçertebilecek bir pürüz yatıyor burada.
Obama, Esad rejimiyle işbirliği yapmayacağını net bir dille ifade etti. Üslûbundan, mümkün olsa Esad'ı da işbaşında görmek istemediği anlaşılıyordu. Ancak bu, ileriki aşamada ona razı olunmayacağı anlamına gelmez. Dahası buna mecbur kalınabilir. Bir tarafa not etmek gerek.
7. Ve Türkiye - stratejik gayya kuyusunun dibinde
Buraya kadar bütün konuştuklarımız Türkiye açısından bir sürü sorunu beraberinde getiriyor. Bakalım:
• İD'in Müslüman toplumların "sempati dairesinden" dışlanmasıyla ilgili herhangi bir çabayı şu andaki TC hükümetinden beklemek abes. Ve bunun sebebi sadece İD'in elindeki 49 rehine değil. Bu konuda ABD ile açıkça papaz olunmaz herhalde, yine de bir tür soğukluk unsurudur.
• ABD Bağdat'ta güçlü bir kaynaştırıcı hükümet, uzlaşma hükümeti istiyor. Türkiye de, Sünnilerin etkinliği artacağı için bunu ister muhtemelen. Ama şimdiye kadar soyunduğu Sünni hamiliği rolüyle, Irak yönetimi nezdinde sözü dinlenir bir konumda bulunmadığı açık.
• Kürtlerin silahlandırılması Ankara için neresinden baksan mesele. KBY'nin fazla parlaması, ordusunun güçlenmesi ve ABD'nin bu kadar doğrudan koruması ve desteği altında bulunması rahatsızlık verici olur. Hattâ muhtemelen oldu bile.
• TC, Rojava'dan/Rojava'ya geçmek isteyen insanlara sınırda ateş açıyor, kadın, çocuk dinlemeden öldürebiliyor, Roboski'de, Ezidîlerin gelişini önlemek için operasyon yapabiliyor. Bunlar "münferit hadise" olarak kaldığı sürece ne ABD ne başkası ses çıkaracaktır. Ancak İD saldırısı altındaki bir Rojava'da İD'in zaferini kolaylaştırıcı adımlar atılmaya kalkışılırsa şüphesiz birileri gelip hesap soracaktır. Çünkü Obama ABD'nin "İD neredeyse orayı", dolayısıyla Suriye'yi de operasyon alanı saydığını ilân etti artık. İlerleyen aşamalarda, Türkiye YPG'ye en azından göz yumma mahiyetinde destekler vermek zorunda kalır mı? Zor soru.
• Üstelik Türkiye bir süre sonra, YPG ile olan meseleleri mumla arar hale de gelebilir. Zira İD'e karşı bizzat PKK'nin bizzat ABD tarafından silahlandırılması aşamasına bile gelinebilir. Şu anda Irak ve Suriye'de doğmuş bulunan, başka ülkeleri de altüst edecek şekilde yayılma potansiyeli taşıyan olağanüstü durum, PKK'nin terör örgütleri listesinden çıkarılması dahil birçok gelişmeye yolaçabilir. Varolan şartlarda, Türkiye'nin buna razı edilmesi için en fazla, PKK'nin bütün silahlı gücünü Türkiye sınırları dışına çekmesi istenebilir; bu da zaten muhtemelen İD ile genişlemiş bir savaşın icabı dahi olabilecektir.
• Bağdat üzerinde herhangi bir özel etkisi bulunmayan Türkiye'nin, Şam açısından da hesaba katılmasını gerektirecek sebep yok. Esad Ankara'yı, kendisini düşürmek isteyenler koalisyonunun üyesi olarak görüyor, bundan sonraki ilişkisi de buna göre olacaktır. İD'i Türkiye'nin etkilemesı artık mümkün değil, çünkü ilkin rehineler var, ikincisi, bir süredir eski kolaylıklardan yararlanamadıkları için "Halife" artık Türkiye'yi sevmiyor. ABD bizzat duruma elkoymuşken, Barzani'nin Washington'a değil de Ankara'ya kulak vereceğini düşünmek abes olacağından, Türkiye'nin Erbil üzerindeki etkisinin de konjonktürel olarak en alt düzeye ineceği bir dönem yaşayacağız demektir. Bu şartlarda, Türkiye'nin, doğrudan ve hayatî teması olduğu için, görüşebileceği, karşılıklı birşeyler alıp verebileceği sadece iki, yani aslında tek unsur var bölgede: PYD-PKK. Ne kadar ilginç değil mi?
8. "Geniş bir koalisyon" - geniş derken?
TV yorumcularının en çok takıldığı hususlardan biri, ABD başkanının sürekli geniş bir koalisyona önderlik etmekten sözetmesi, buna karşılık koalisyonun öbür üyelerine dair tek kelime etmeyişiydi. Dolayısyla koalisyonun meçhul üyelerinin ne gibi işlevler üstlenecekleri, askerî operasyonlara katılıp katılmayacakları belli olmadı. Şimdiye kadar tek bildiğimiz, İngiltere ve Fransa'nın Irak'taki hava harekâtlarına katılabileceklerini bildirmiş oldukları. Ötesi belirsiz. Bu belirsizliği İD'in kendi lehine yorumlayacağı açık. Çünkü belli ki ortada birtakım kararsızlıklar, tereddütler, kimin neyi ne kadar yapacağına dair sallantılar, çalkantılar var. Nitekim Obama'nın duyurusundan hemen sonra, İngiltere, Suriye'deki hava operasyonlarına (bombalamalara) katılmayacağını duyurdu. Mevcut karışıklık manzarasını daha beter hale getirmek için olsa gerek, dışişleri bakanının bu açıklamasına başbakanlıktan cevap verildi, "Hayır, katılabiliriz," dendi.
Evet, şimdilik bu kadar yeter. Burada olgulardan doğrudan çıkan sonuçlar dışında afakî akıl yürütmeler olmasın diye özen gösterdiğimi umuyorum. Bunlar, olan biteni izlemek isteyenler için yol gösterici notlar, sadece. Başta da söylediğim üzre, bölgeyi uzun süredir yakından izleyen, benden çook daha fazla bilgi sahibi insanlar var; esas olarak onların aktardıklarını, yorumlarını okumak, izlemek lazım.